Finding Camellia - 66. Bölüm (Türkçe Novel)


Lia ona öfkeyle baktı. Doktor Carl, görmesi için küçük bir notu kaldırdı ve çiçek tarhındaki saksı bitkisinin altına koydu. Ancak onu gördüğünü onayladıktan sonra ayrıldı.

Avuçlarında kırmızı çizgiler bırakan pencere pervazını yavaşça bıraktı. Koşup notu almaktan başka bir şey istemiyordu ama Pipi ve diğer görevliler hâlâ ortalığı toparlıyorlardı.

Lia, saat kulesi gece yarısı çalana ve alt kattaki ışıklar sönene kadar penceresi boyunca volta attı. Pipi'nin uykusu hafifti ama savaş bittiğinden beri çok daha derin uyuyordu.

Lambanın parıltısı gece esintisinde dalgalanıyordu. Lia, endişeyle herhangi bir şüpheli gölge olup olmadığına bakarak dışarı süzülürken kalın bir palto giydi.

'Zamanı geldi' ile ne demek istedi?

Kardan ıslanmış notu almak için saksıdaki bitkiyi kaldırdı ve dikkatlice açtı. İçindeki yazı hızlı ve özensizdi. İçgüdüsel olarak bunu atmacanın getirdiği notla karşılaştırdı ve yazan kişinin aynı olmadığını onaylayınca, anında rahatlayarak kıkırdadı.

[46 Brille St. Yasemin kokulu yoğun bir günde.]

Lia birkaç gün önce Rosina ile tam da bu adresteki mağazayı ziyaret etmişti. Gösterişli terzinin kıvrak, çok yönlü elleri ve mücevherlere karşı keskin bir gözü olduğundan, butik seçkin kadınların son zamanlarda gözdesiydi. En önemlisi, Lia ile kibarca konuşmuştu ve onun yüzünü biliyordu. Kadının onlarla ilişkisi varsa, bu, Lia'nın bunca zamandır onların gözetimi altında olduğu anlamına geliyordu.

Bu bir tuzak olabilir.

Lia'nın kalp atışı yavaş yavaş normal hızına döndü. Eve geri dönüp notu ateşe attı. Parlak ay ışığı yüzünü okşuyordu. Ocağın önündeki koltuğa çöken Lia, odunlar küle dönene kadar alevlere baktı.


*****


"Duydun mu? Mark'ın en büyük oğlu eve döndü!"

"Bay Denver'ın en küçüğü de döndü. Aslında ben de geliyordum. Gelmek ister misiniz? Oğlan topallayarak geri döndü, ben de herhangi bir konuda yardıma ihtiyaçları var mı diye bakmak istedim."

"Tabii, size katılırım."

Prens Wade'in savaşın bittiğini ilan etmesinden bu yana bir ay geçmişti ve şimdi askerler nihayet eve dönüyorlardı. Wade ve Claude, Valensiya'daki sınırların yeniden çizilmesini tamamlamak için beklemişler ve geri dönen askerlerden oluşan uzun bir trenin gerisinde kalmışlardı. İlk gelenler, savaş alanındaki kahramanlıklarının renkli hikayelerini anlatmakla meşguldü - insanın dostu düşmandan ayırt edemediği gece geç saatlerde çamurda yapılan çatışmalardan, heyelana neden olan destansı savaşa kadar. Çoğu masalın dediği gibi, abartılı ve önyargılıydılar, ancak hepsi Dük'ün acımasızlığını övmede tutarlıydı.

'Düşmandan daha korkunçtu! Kurşunlar bile ondan kaçıyor gibiydi. Gaior'lularla göz açıp kapayıncaya kadar savaştığını gördüğümde tüylerim ürperdi.'

Askerler gördüklerini yeniden yaşamak istemiyormuş gibi, öykülerin hiçbiri bundan fazlasını anlatmıyordu. Lia, tanıdığı Claude'un tatlı ve kibardan başka bir şey olmadığı için bunun nedenini tam olarak anlamadı. Arabaya doğru yürüdü ve dükkandaki askerlerden duyduklarını düşünerek kapıyı açtı. (Ç.N: Aynı kişiden mi bahsediyoruz? Claude? Tatlı ve kibar? Karşısında korkudan tir tir titreyen dedem miydi asdfghj)

"Duydun mu? Kieran başkente geldi." Baron Tenan'la sohbet etmekte olan Rosina, Lia'ya parlak bir şekilde gülümsedi.

"Kieran mı?" Lia başını sallayarak cevap verdi.

Tenan arabadan inmeden önce ikisini de selamladı ve Rosina hemen Lia'yı yanına çekti. "Leydi Bale de diğer tüm soylularla birlikte geri döndü."

"Her şey çok ani oldu. Neden..."

Rosina heyecanla, "Ordu ikmal treni az önce Del Casa'dan ayrıldı." diye haykırdı. "Geri geliyorlar! Wade, Claude ve baban."

"Babam kurtuldu mu?"

"Evet. Tanrılar dualarımıza cevap verdiler." diye yanıtladı Rosina ellerini çırparak. "Bu yüzden geciktiler. Aman Tanrım, bir karşılama partisi hazırlamalıyız! Belki bir festival? Mutlu değil misin?"

Tabii ki Lia mutluydu - babasının hayatta ve iyi olması, kazanmış olmaları ve bu yorucu savaşın sonunda sona ermesi.

Ama neden göğsüm bu kadar sıkışıyor? Kalbim çok hızlı attığı için mi?

Yumruklarını sıktı ve penceredeki yansımasına baktı. Del Casa'dan Eteare'ye gelmek bir günlük yolculuktu.

"Hadi şehir evine gidelim. Kieran'ı görmem gerek. Ve merak etme." Rosina gülümsedi ve onu rahatlatmak için Lia'nın elini tuttu. "Seni zor durumda bırakmayacağım."


*****


Anastasia, Eteare şehir evinin zarif mavi duvar kağıdını görmek için zayıf bir şekilde gözlerini açtı. Gilliard'ın kurtarıldığı haberini aldıktan sonra doğruca başkente gelmişti. Anastasia ancak konağa vardığında tüm gerginliğini atmak için kendini saldı. Kendini tazelenmiş hissederek doğruldu ve zili çaldı.

Bir görevli dakikalar sonra kocaman gözlerle odaya koştu. "Biraz su ister misiniz Leydi'm?"

"Evet. Kieran nerede?" diye sordu, saçındaki örgüleri düzelterek.

"Prenses Rosina onu çağırdı Leydi'm. Çalışma odasındalar."

"Prenses burada mı?" Anastasia'nın yüzü aydınlandı. İkisinin yazdan önce evlenmesini umuyordu.

Savaş olmasaydı, Kieran şimdiye kadar imparatorluk ailesinin bir parçası olacaktı.

Hizmetçinin getirdiği yeni elbisesini giydi ve çalışma odasına gitti.

"Yani benim tarafımı tutmalısın, Kieran." Açık kapıdan Rosina'nın sesi geldi.

"En önemli şey, Lia'nın istediği, Majesteleri. O, Louver'da öz annesini bulmak istiyor, düşes unvanını değil."

"Düşes olduktan sonra annesini bulması daha kolay olmaz mı? Böyle yaşamaktan için çok şeyden vazgeçmek zorunda kaldı Kieran. Ona sadece ihtiyacı olanı değil, hak ettiği gücü de vermek istiyorum."

"Lia'ya en çok özgürlüğün yakıştığını biliyor olmalısınız."

"Evet ve onu Louver'da bulamayacak."

Anastasya dondu. Az önce duyduğu seslerin Rosina ve Kieran'a ait olduğundan emindi ama konuşmalarından bir anlam çıkaramıyordu.

Düşes mi? Lia mı? Bunun anlamı... Prenses Rosina, Camellius'un gerçek kimliğini biliyor...

Anastasia döndü ve aşağı indi.

Üç yıl önce Claude, savaşa gitmeden hemen önce Kieran'ı görmeye gelmişti. Kulak misafiri olmak için kendini zorlamıştı ama tek duyabildiği, bir şeyi güvende tutması için bir uyarı yaptığıydı. Anastasia, Bale'lerin güvende tuttuğu elmaslarından bahsettiğini varsaymıştı.

Ama ya yanılıyorsam? Ya Kieran'dan Camellia'yı korumasını istediyse?

Başının döndüğünü hissetti, birinci katta tökezlediğinde duvara yaslanmak için körlemesine uzandı.

"İyi misiniz Leydi'm?" dedi Anghar, onu tutmak için koşarken.

"Ben iyiyim. Camellius nerede?"

"Oturma odasında, Leydi'm."

Dük, Camellia'yı biliyor olabilir.

Anastasia oturma odasına koştu ve şöminenin önündeki kanepede oturan Camellia'nın birdenbire gelişiyle şaşkına dönerek ayağa fırladığını gördü.

Kızı üç yıldır ilk kez görerek inceledi. Erkek kıyafetleri içinde bile Lia bir kadının kıvrımlarına sahipti; sarı saçları şimdi göğsüne dökülüyordu ve zümrüt gözleri her zamanki gibi parlaktı - bir gün sevgili kocasının kollarında beliren Laura'nın görüntüsü gibi.

Bu Laura. Bundan sonra Corsor'da kalacak. Umarım anlarsınız, Leydi'm.

Laura ve Gilliard, Anastasia onunla evlenmeden çok önce sevgiliydiler. İkisi de inkar etmişti ama ikisinin delicesine aşık olduğunu ve Gilliard'ın evliliklerini umursamadığını görebiliyordu. Yeminlerini bozmak zor olmayacaktı ama Bale Hanesi'nin Anastasia'nın aile şirketinin mali desteğine, babasının da Bale'in itibarına ihtiyacı vardı. Birliktelikleri zorunluluktan doğmuştu ama onun sevgisi gerçekti.

Gilliard'ın kendisini sevmediğini bildiği halde, sonunda galip geleceğine kendini inandırmıştı. Gilliard'ın bir gün sevgisine karşılık vereceğinden emin olduğu için evliliklerinin iyi olduğu iddiasını sürdürmüştü ama Gilliard bunu yapmadı - ta ki sonunda varisi Kieran'ı doğurana kadar.

"İyi misiniz?" Lia endişeyle sordu. Kül rengi bir yüzle duran Anastasia'ya yaklaştı.

O yüz. O iğrenç güzel yüz. Onu bir daha rüyamda bile görmek istemiyordum.

"Üç yıl oldu, değil mi?"

"Evet. Yazamadığım için üzgünüm."

"Sorun değil." diye yanıtladı Anastasia, içten bir tavırla. "Çok meşgul olduğunu duydum. Akademiden sınıf birincisi olarak mezun olarak evimizi gururlandırdın. İhmal ettiğim için üzgünüm."

Bir görevliye yemek hazırlamasını işaret etti ama Lia'yı Corsor'a ilk getirdiğinde bastırdığı aşağılanma ve pişmanlıkla kalbi kaynamaya başladı.

Camellia'nın saçını ilk kestiğinde nasıl sabaha kadar uyanık kaldığını, yerdeki altın buklelere baktığını hatırladı. O gece, Gilliard'a karşı kin besleyen Anastasia'nın, cinayet dürtüsünü soyadlarının itibarına karşı tarttığı sayısız uykusuz gecenin ilki olmuştu.

Şaşkın bir şekilde ayakta duran Lia'ya gülümsedi, ardından koridora yürüdü ve depoya yöneldi. Attığı her adım, utanmayla gölgelendi.

Marki'nin resim koleksiyonunun bulunduğu odanın yanında duran muhafıza, "Donnan," dedi. "benim için bir şey yapmana ihtiyacım var. Zamanı geldi."

Yaşlı şövalye tek dizinin üzerine çöktü, gözleri kararıyordu. "Nasıl isterseniz Leydi'm."


*****


Lia, Markiz'in yemek boyunca ona nazik ve hoş davranmasına şaşırmıştı. Başlangıçta söz verilen zaman geldiği için özgürlüğünü tekrar talep etmeyi planlamıştı, ancak Rosina onlara katılmaya karar verdiğinde bunu yapamadı. Ancak savaşın başlamasından bu yana ilk kez bir içkinin tadını çıkarabildi. Sadece bir kadeh şaraptı ama yanaklarının kızarmasına yetmişti.

"O zaman... yarın sarayda görüşürüz." demeyi başardı Lia.

"Evet. Babanın güvende olduğunu bilmek içimi rahatlatıyor."

"Ve... Seninle konuşmak istiyorum anne. Vaktin olduğunda."

Leydi Bale duraksadı. "Baban döndükten sonra konuşalım. Zamanın geldiğinin farkındayım."

Sanki o farklı bir insan gibiydi. Gözleri kesinlikle sıcak değildi, ama aynı zamanda küçümseme izleri de yoktu.

Alışılmadık bir şekilde morali yüksek olan Rosina, Lia'yı evi yerine saraya götürdü. "Gece burada uyu. Yarınki parti için hazırlanmama yardım etmelisin. Ayrıca sana bir hediyem var."

"Ama bu haksızlık. Dinlenmek istiyordum Majesteleri." diye mırıldandı Lia, sözlerini hafifçe geveleyerek.

Rosina, yumuşak ve tatlı sesini oldukça sevimli buldu. "Tamam, hediyemi gördükten sonra eve gitmene izin vereceğim. Ama içimde kalmak isteyeceğine dair bir his var."


*****


Sarayın arka kapıları sessizce açıldı. Wade ve Claude at sırtında girdiler. Sonunda evdeydiler.

Prensin seyahat programı olası herhangi bir pusu, protesto ve ayaklanmayı önlemek için gizli tutulduğu için, muzaffer dönüşlerine tezahürat edecek bir kalabalık ya da yiyecek ve içecekle süslü bir balo yoktu. Ancak Eteare'de olmaları, üç yıldır omuzlarında taşıdıkları yükü kaldırdı.

"Birliklerin geri kalanı gelene kadar sarayın içinde kalın Dük Ihar. Yani, Grandük."

Claude yeni unvanının düzeltilmesine hafifçe kıkırdadı. "Prenses Rosina bir karşılama partisi verecek herhalde? Düşünmekten yoruldum. Rahatsız edilmeden on gün kadar dinlenmeyi tercih ederim."

"O zaman burada, sarayda istediğin kadar dinlenebilirsin. Artık komutan olmana gerek yok Claude. Kendini biraz rahat bırak."

Claude atından inip yelesini okşarken güldü. Uyumaktan başka bir şey istemiyordu ama bunu kanlı ve kirli üniformasını çıkarmadan yaparsa, muhtemelen bir ceset bulduğunu düşünerek çığlık atacak olan hizmetçiyi korkuturdu.

Wade ile yollarını ayırdı ve Dük'ün ana saraydaki odasına yürüdü. Orası tam da babasının son nefesini verdiği yerdi, şimdi sadece Ihar Hanesi'ne ayrılmıştı.

Claude, görevlilerin ileri geri koşarak odayı ısıtmasını ve sıcak bir banyo için su çekmesini izledi. Kendine bir içki doldurup cam kenarına oturdu. Kalbi çarpmaya başladı - sadece başkentte olmak bile ona onun kokusunu soluyabiliyormuş gibi hissettiriyordu.

Sonra, açılan saray kapılarından yavaşça geçen bir arabanın prensesin odasının önünde durduğunu fark etti. Claude bardağı sıktı.

Arabadan inen Rosina değildi.

Oydu - ışıltılı ve güzeldi.

Yorumlar

  1. Teşekkür ederiz . Diğer novelları unutturacak bize bu gidişle ☺️

    YanıtlaSil
  2. Cok cok teşekkürler, nekadar tatlı bi hikaye

    YanıtlaSil

Yorum Gönder