A Barbaric Proposal - 71. Bölüm (Türkçe Novel)
Black bir sorun olduğunu düşündü.
Atından iner inmez Rienne ona doğru koşmuş, sanki onu
bekliyormuş gibi hiç tereddüt etmeden kollarına sarılmıştı.
(Black) "Prenses?"
Rienne ilk kez bu kadar hevesli ve istekli bir şekilde ona
karşı duygularını ifade ediyordu. Bundan kesinlikle emin olabilirdi.
(Black)
"Bir şey mi oldu?"
(Rienne) "Evet."
Rienne'in yüzünü daha iyi görebilmek için ondan biraz
uzaklaşmaya çalıştı ama Rienne inatla sarılmak için daha fazla güç
harcıyordu.
(Black)
"Neler oluyor?"
Rienne'in ona ne kadar sıkı sarıldığını gören Black'in,
Rienne’in yüzünü görmekten vazgeçmekten başka çaresi yoktu. Bunun yerine ona
sarılmakla yetinmiş, iri ellerini nazikçe sırtında aşağı yukarı gezdirmişti.
Rienne o an uzun bir iç çekti, mırıldanırken nefesi
titriyordu. Hayatı pahasına ona tutunurken vücudu hâlâ adamın kollarının
arasındaydı.
(Rienne) "Ağlayacağımı sandım."
(Black)
"O yüzden beni bulmaya mı geldin?"
(Rienne) "Evet, ama gözyaşlarım artık
akmıyor."
(Black)
"Bu biraz hayal kırıklığı yarattı."
(Rienne) "Ben..."
Rienne aniden Black'ten uzaklaştı ve onunla doğrudan göz
teması kurdu.
Zümrüt gözleri çok güzeldi, ama Black bir kez daha
bakamadan, Rienne kendini eskisi gibi Black'in kollarına bıraktı.
(Black)
"Prenses."
(Rienne) "Bir gün beni terk edeceğinden
korkuyordum."
(Black)
"..."
Black'in ifadesi kaskatı kesilmişti ama ondan duyacağını hiç
düşünmediği bir şeyi duyduktan sonra yüzünü kontrol edilemez bir gülümseme
kaplamaya başladı.
(Black)
"Asla. Bu asla olmayacak"
Rienne onun bu evliliğin gerçekleşmesini ne kadar çok
istediğini, onunla evlenebilmenin kendisi için ne kadar önemli olduğunu hâlâ
anlamamış görünüyordu.
(Black)
"Asla kendi isteğimle ayrılmayacağım."
(Rienne) "Ama neden? Bu gerçekten uygun
mu?"
(Black)
"Neden olmasın ki?"
(Rienne) "Babam senin babanı öldürdü."
(Black)
"...Prenses."
(Rienne) "Bunu tekrar tekrar düşündüm. Senin
yerinde olsaydım kendimi asla affedemezdim. Bu yüzden... her şeyi
bilmediğini varsaydım ama eninde sonunda öğreneceğini biliyordum. Ve
öğrendiğinde bana karşı olan duyguların kaçınılmaz olarak değişecekti. Bu çoğu
insan için böyledir ve ben senin bir istisna olamayacağını... bunun çok fazla
hayalperestlik olacağını düşündüm."
(Black)
"Bunu sana daha önce defalarca söyledim. Eski adım artık benim için önemli
değil."
(Rienne) "Şimdi bunun ne kadar doğru bir düşünce
olduğunu biliyorum."
(Black)
"Prenses."
Rienne bu kez bedeninin usulca çekilmesine izin verdi.
Başını eğen Black, Rienne'in çenesini tutarak onu kendisine bakmaya zorladı.
Altın kirpiklerinin ucuna yapışmış gözyaşları vardı ama
düşmeye cesaret edememişlerdi. Gözyaşları akmaya devam etse de, artık ağlama
ihtiyacı hissetmediğini söylerken dürüst olduğu anlaşılıyordu.
(Black)
"Düğün kıyafetlerini mahvetmenin nedeni bu muydu?"
(Rienne) "Sana bunu giydiremem."
(Black)
"Gerçekten bu kadar acı verici mi? Onun yerine elini incitmeyi mi tercih
ederdin?"
(Rienne) "Ne kadar acı çekersem çekeyim, bunu
sana yapamam."
(Black)
"...Bu çok zor."
Ancak konuşmalarının ortasında Black kendi kendine bir
şeyler mırıldandı.
(Rienne) "Ne?"
(Black)
"Sanırım şu anda bana söylediğin şey, senin için çok şey ifade ettiğim ve
benden gerçekten hoşlandığın. Bu doğru mu?"
(Rienne) "Evet, ama bunda zor olan ne?"
Black kaşlarını çattı, sonra başını kaldırıp çevresine
üstünkörü bir bakış attı.
Kalenin girişi her zamanki gibiydi. Seyisler atlarla
ilgilenmek için koşuştururken kraliyet ahırları hareketliydi. Kaleye birlikte
dönmüş olan birkaç Tiwakan paralı askeri atlarından inmiş, onları ağıla geri
götürüyordu.
(Black)
"Burası."
(Rienne) "Burası mı...?...ah."
Rienne ne olduğunu anlayamadan Black ayakları yerden kesip onu kollarına aldı.
Bu öylesine büyük bir jestti ki, herkesin dikkatini çekmiş,
gözleri tavşanlar gibi dikilerek onlara bakmışlardı.
(Black)
"Bana bir saat ver."
(Rienne) "Bir saat mi? Peki beni neden böyle
tutuyorsun?"
(Black)
"Evet, bir saat. Ve seni taşımak zorundayım. Ellerim serbest olsaydı ne
yapardım bilmiyorum."
(Rienne) " Anlamadım?"
(Black)
"Şu anda seni deli gibi öpmek istediğimi söylemeye çalışıyorum,
Prenses."
Ve başka tek kelime etmeden, Rienne kollarındayken, Black
her adımında bir amaç güderek şatoya doğru ilerledi.
(Rienne) "Kendi başıma yürüyebilirim."
(Black)
"...Bu işleri zorlaştırır."
Dudağını ısıran Black aniden yürümeyi bıraktı.
Vücudunun öne doğru sarsıldığını hisseden Rienne paniğe
kapıldı ve kendini desteklemek için uzanabildiği ne olursa onu tuttu. Ancak tuttuğu
şey Black'in kulağı olmuştu.
(Black)
"Ow."
Black hâlâ dudağını ısırırken fısıldarcasına inledi.
(Rienne) "Ah, özür dilerim, seni incitmek
istememiştim. Ama bunu burada yaparsan-"
(Black)
"Eğer bir şey söylemezsen, seni doğruca yatak odasına götüreceğim."
(Rienne) "Kendim yürüyebilirim. Aksi takdirde herkes
bana bakar."
(Black)
"Tek başına yürümeye çalışırsan insanlara daha fazla bakma fırsatı
vereceğini garanti ederim."
(Rienne) "Ne demek istiyorsun?"
İşte böyle zamanlarda Rienne'in ne kadar saf ve deneyimsiz
olduğunu çok iyi anlıyordu.
(Black)
"Lütfen bir şey söyleme."
(Rienne) "...?"
(Black)
"Az önce seni öpmek için bir yere götüreceğimi söyledim, yani kendi
isteğinle beni takip edersen, bunun nasıl görüneceğini ve kulağa nasıl geleceğini bilmelisin. Ve böyle olduğunda sana ne yapacağımı da."
(Rienne) "...Ah?"
(Black)
"Eğer anlıyorsan, o zaman sessiz kal."
(Rienne) "..."
Rienne ağzının içini ısırarak gözlerini sıkıca kapattı.
Boynundan yanaklarına, oradan da kulaklarına kadar her yeri hoş bir
kırmızı renge boyanmıştı.
Ve bu manzara adamın kalan akıl sağlığını yok etmekle tehdit
etmeye yetmişti.
Uzun adımlarla ikisini de yatak odasına götürdü.
***
(Black)
"Bir saat."
Black her zamankinden daha puslu gözlerle saate hızlı bir
bakış attı.
Neden zamanı hesaplayıp duruyor? Bir saat içinde ne olacak?
Ama bir saniye içinde tüm bu düşünceleri tamamen yok oldu.
Rienne, yumuşak yatağı sırtında hissettiği anda,
Black'in dudaklarına kondurduğu öpücüğün hissiyle karşılaştı.
Ah...
Bugün zaten birbirlerine çok düşkünlerdi ama bu öpücüklerin her
zaman onları dipsiz bir susuzluk kuyusu gibi cesaretlendiren bir yanı vardı.
Rienne amaçsızca uzandı, parmaklarını onun boynunda ve
saçlarında gezdirdi, aralarındaki yumuşak akımı hissetti. Parmakları adamın
saçlarında dolaşırken, boynuna her değdiğinde Black sanki
içinde bir şeyler kaynıyormuş gibi kısık bir inilti çıkarıyordu.
Ah, yine oluyor...
Adamın geri çekildiğini sandı ama onun yerine hafifçe
dudağını ısırdı.
Acıtmamıştı ama yine de tuhaf olduğunu düşündü.
Isırmayı seviyor mu? Gerçi ben öpüşmeyi bundan daha çok
seviyorum.
(Rienne) "Merak ettiğim bir şey var."
Rienne fısıldayarak alnını birazcık Black'inkine yasladı.
(Rienne) "Neden beni ısırıyorsun?"
(Black)
"Isırdım mı?"
(Rienne) "Evet, daha demin. Bunun gibi bir
şey."
Black ne yaptığının farkında değilmiş gibi görünüyordu, bu
yüzden Rienne aşağı kaydı, alt dudağını nazikçe ısırdı ve çekiştirdi.
Buna karşılık Black gözlerini kapattı ve içinde bir
yerlerden alçak bir inilti daha yükseldi.
(Black)
"Bu... durmak için."
(Rienne) "Durmak için mı?"
(Black)
"Seni öpmeyi, bir şekilde durdurmam gerekiyor."
(Rienne) "Ah... anlıyorum. Nefes nefese
kalmıştın."
(Black)
"Hâlâ evli değiliz, henüz."
Ama tam Rienne cevabını bulduğunu düşünürken, Black bambaşka
bir cevap mırıldanmıştı ama sesi odak dışı ve uzak geliyordu.
(Rienne) "...? Ama genellikle öpüşüyoruz?
Bunun evlilikle bir ilgisi olduğunu sanmıyorum."
(Black)
"...Ve bir keresinde becerikli insanlardan hoşlandığını
söylemiştin."
Black alınlarını birbirine bastırdı ve biraz yorgun bir
ifadeyle başını Rienne'inkine yasladı. Yüzleri birbirine iyice yaklaşmışken
Rienne usulca fısıldadı.
(Rienne) "Bunun bir yalan olduğunu biliyorsun,
değil mi...?"
(Black)
"Evet. Bir saniyeliğine bile olsa buna inandığıma inanamıyorum."
(Rienne) "Ne..."
...Gerçekten o kadar şaşırdı mı? Yalan söyleme
konusunda sandığımdan daha iyi olabilirim.
Ama Rienne'in düşüncesi tamamen yanlıştı. Black aslında bu
kadar bariz bir yalana inanacak kadar kör olmasına şaşırmıştı. Öpüşmelerinin
ortasında vites değiştirseydi bunu kolayca öğrenebilirdi.(Y/N;Buradaki ima,
geçmişte onu öperken işleri bir adım daha ileri götürseydi, her şeyi daha erken
anlayacağını fark etmesiydi.)
(Black)
"Seni öptüğümde, bir sonraki öpücük için açgözlü oluyorum."
Kulağına doğru mırıldanırken, sözleri bir bataklık gibi
ağırdı. Eğer kız bir adım daha atıp ayağını sokmaya cesaret ederse, adam onun tüm bedenini
acımadan tüketebilirdi.
(Rienne) "Oh... demek istediğin buydu."
Neyse ki Rienne toy olsa da cahil değildi.
(Rienne) "Böyle bir şey... um... ben..."
Ama Black'in ne istediğini bilmesine rağmen, şu anda ne
söylemesi gerektiğini gerçekten bilmiyordu. Ona 'sırada ne varsa' ona geçmesine
izin verdiğini mi söylemeliydi?
...Yani, tabii ki ben de istiyorum. Ama şu anda gün
ortasındayız... ve regl zamanım en azından yarına kadar bitmeyecek...
(Rienne) "Henüz buna hazır olduğumu
sanmıyorum..."
(Black)
"Biliyorum."
Black başını geriye çekti, gözleri bir kez daha Rienne'in
dudaklarında gezindi.
(Black)
"Ben de sizi kucaklamak için acele etmek istemiyorum Prenses. Bir şeyler
yapmanın belli bir düzeni var ve ben de elimden geldiğince buna uymak
istiyorum."
Bunu duyan Rienne tatlı bir kahkaha attı.
(Rienne) "Bunun... tamamen gerekli olduğunu
sanmıyorum. Başından beri alışılagelmiş sırayı takip etmedik."
(Black)
"İşte bu yüzden onu daha da onurlandırmak istiyorum. Başlangıcın yanlış
olması, işleri yoluna koymak için çok geç olduğu anlamına gelmiyor."
Black eğildi, Rienne'in bedenini yatağa daha da bastırarak
onu derinden öptü ve dudaklarını ayırması için ona rehberlik etti. Rienne bunu
memnuniyetle karşıladı ve kendini geriye itmesine izin verdi.
(Black)
"Ama bir öpücükle duramam, bu yüzden bir zaman belirlemem
gerekti. Eğer bir saatse, bu beni biraz tatmin etmek için yeterli olacaktır,
böylece sakinleşebilirim."
'Sakinleşmek' diyordu ama onu her öptüğünde dudakları tarif
edilemez derecede sıcak hissediyordu. Rienne öpücüğe gülümseyerek kollarını
açtı ve Black'in boynuna sarıldı.
(Rienne) "Sen yürüyen bir çelişkisin."
(Black)
"...Bunu daha önce hiç duymamıştım."
(Rienne) "Buna sevindim."
(Black)
"Sevinecek ne var ki?"
Konuşmaları öpücükler aracılığıyla gerçekleşiyordu. Black,
Rienne'le bütün olma fırsatını kaçırmadığı için hiçbir zaman uzun bir boşluk
kalmıyordu.
(Rienne) "Bunu sana daha önce biri söylemiş
olsaydı, o kişi bir kadın olurdu."
Kendi kendine mırıldanan Rienne, Black'in yüzünü tutarak
ıslak ve parlak dudaklarına bir öpücük kondurdu ve gülümsedi.
(Rienne) "Sakinleşmek istediğini söylüyorsun ama
daha da ısınmaya devam ediyorsun. Bu nasıl bir çelişki olmaz?"
Vücudu kaskatı kesilen Black şöminenin üzerindeki saate
baktı. Sanki yakıcı bir acıya katlanıyormuş gibi yüzünü buruşturuyordu ve yine
de diğer çelişkileri gibi, böyle bir şey bile korkunç derecede davetkar geliyordu.
(Black)
"Otuz dokuz dakika kaldı... Düşündüğüm gibi, sanırım daha fazla bir
şey söylemesen iyi olur Prenses."
(Rienne) "Nasıl istersen."
(Black)
"Böyle bir şey de söyleme."
Dayanılması zor bir sıcaklık ve tutkuyla dudaklarını tekrar
onunkilerin üzerine bastırdı, gittikçe daha derinlere daldı.
***
(Paralı Asker) "Hey, ayağa kalk. Siz... evet,
ikiniz de."
Gıcırtı... Güm-!
Kalın demir kapı gıcırdayarak açıldı ve parlak ışık hücrenin
içine dolup içerideki iki mahkûmun görüşünü keserken açık bir konuma çarptı.
İki Kleinfelder uzun süre gözlerini kırpmak zorunda kaldı,
gözleri artık karanlığa çok alışmıştı.
(Linden) "Ha, ne...?"
Linden boğuk bir sesle sormuştu.
(Paralı
Asker) "Sizi Tanrı'nın Meydanı'na ya da adı her neyse oraya
götürmek için emir aldım."
(Linden) "Oh, o zaman... tabii ki!"
Hapishane zemininde yattığı yerden Linden'ın gözleri yeniden
odaklandı.
(Linden) "Bugün konsey günü!"
(Paralı
Asker) "Bu konuda bir şey biliyorsam ne olayım."
Zindanların kontrolünü tamamen ele geçirmeyi başaran ve daha
sonra muhafız olarak görev yapan Tiwakan paralı askerlerinden biri sert
sözlerle bağırdı.
(Paralı
Asker) "Kalk artık. Konuşmak çok zahmetli."
(Linden) "...Yüzünü hatırlayacağım."
Uzun bir süre sonra Linden Kleinfelder, paralı askere doğru
öfkelenirken her zamanki şişirilmiş Kleinfelder otoritesi hissini yeniden
kazanmayı başarmıştı.
Son birkaç gün cehennemden farksızdı.
Kendisini ziyaret eden iki soyluya Rienne'i kirletme planı
hakkında bilgi vermişti ama hala sonuçların ne olduğunu bilmiyordu.
Eğer plan başarılı olduysa, aynı soyluların onu görmeye
gelip sonuçtan haberdar etmeleri gerekirdi. O kadar uzun süredir bekliyordu ki,
kazara karaya vuran balıklara sempati duymaya başlamıştı.
Hatta bekleme sürecinde ölebileceğini bile düşünmüştü.
Ama en tuhafı zindanlarda hiçbir şeyin değişmemiş olmasıydı.
Eğer Klimah Rienne'i kirletip Tiwakan liderinin önüne atsaydı, elbette bir
şeyler değişirdi.
Bu yüzden Klimah'ın henüz başarılı olamamış olma ihtimali
olduğuna inanıyordu. İnsan öldürme konusundaki büyük yeteneğine rağmen, kalbi
çok zayıftı. Bu gerçekten üzücüydü ama beklemekten başka çaresi yoktu.
Ve göğsünde yanan bir hisle haber bekledi.
Linden Kleinfelder kendinden çok emindi.
Vahşi bir grubun lideri, başka bir adamın çocuğuna hamile
olan bir kadına göz dikmek için ne kadar manyak olursa olsun, bu duygular sabit
değildi.
İtiraf etmekten ne kadar nefret etse de, o barbar da tıpkı
kendisi gibi bir erkekti. Rienne Arsak aptalca bir şekilde onunla aşk
yaşadığını düşünüyor gibiydi ama bu bir canavarın avıyla oynadığı oyundan başka
bir şey değildi.
Eğer biraz dağılır ve hırpalanırsa, bu oyun sona
erecekti.
Erkekler böyle çalışırdı. Bazen aşk ve arzuyu birbirine
karıştıran zavallılar olurdu ama kadınlarla ilgili her şey bir oyundan başka
bir şey değildi.
Bu oyunun eğlencesi bittiğinde, beraberinde gelen duygular
da kaybolurdu. Bu duygunun aşk ya da arzu olması fark etmezdi, önemli olan
heyecanın yok olmasıydı.
Pürüzsüz yüzündeki en ufak bir yara izi bile tutkunun
kaybolmasına neden olurdu. Bu anlamda, Rienne Arsak'ı mahvetmeye yönelik bu komplo
bir taşla iki kuş vuracaktı. Çünkü tıpkı o barbar gibi Rafit de ona sırılsıklam
aşıktı. Onu mahvederek, ona olan ilgisi de azaltacaktı.
Tek yapması gereken iyi haberi beklemekti ama artık çok
geçti.
(Linden) "Bizi almaya kim geldi? Kleinfelder
ailesinden kim geldi?"
(Paralı
Asker) "Kapa çeneni ve dışarı çık."
(Linden) "Cevap ver bana! Ne cüretle benimle
halktan biriymişim gibi konuşursun!"
Tiwakan paralı askerleri Linden'a dik dik baktı. Zindan
zemininde debelenirken bile sanki bir soyluymuş gibi bağırıyordu.
Black ile birlikte bu adamlar on yıl boyunca savaş
meydanlarında dolaşmışlar ve bu süre zarfında pek çok soyluyla tanışmışlardı.
Liderlerinin önünde en kudretli krallar bile korkudan titreyerek dizlerinin
üzerine çökmüştü.
Linden Kleinfelder ne kadar homurdanır ve bağırırsa
bağırsın, onlara sadece komik görünüyordu.
(Paralı
Asker) "Pekala o zaman. Eğer kendiniz çıkamıyorsanız, sanırım
sizi sürükleyerek çıkaracağım."
Paralı asker Linden'ı ayak bileğinden yakalayarak hücreye
girdi.
(Linden) "Ellerini nereye koyduğunu
sanıyorsun?!"
Linden itiraz etse de, cezalandırılan bir köpek gibi tek
bileğinden tutularak hücreden dışarı sürüklendi.
Ve tüm bu olanları izlerken Rafit tek bir ses
bile çıkarmadı. Tıpkı Tiwakan liderinin amcasının iki bileğini de kırmasını
izlerken yaptığı gibi tamamen sessiz kaldı.
Gözleri tamamen boştu.
(Paralı
Asker) "Hey, sen de. Ayağa kalk. Yoksa sen de mi sürüklenmek
istiyorsun?"
(Rafit) "..."
Rafit başını kaldırdı ve yavaşça ayağa kalkmadan önce bir süre etrafına bakındı.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »