MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 170. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


Kırmızı sancaklı mızraklılar doğuya doğru geniş bir düzende dulluhanları çevreledi ve Whedon'un kraliyet motifli cüppeler giyen askerler kuzeybatıya ilerledi. Donmuş zemine toynaklarını vuran binlerce atın sesi ve haykıran askerlerin uğultusu kulakları sağır edici bir şekilde yankılanıyordu. 

Max, savaş alanına garip bir heyecan ve korkuyla baktı. Uzakta, Hebaron Nirta'nın bir hücum kuvvetiyle Riftan'ın ardından ilerlediği görülebiliyordu. Dulluhan ordusu kısa sürede iki tarafa ayrıldı ve Dristan'ın ve Whedon'un süvarileri boşluğu kaçırmadan hendeği geçmeye başladı.

Şövalyelerin surlarla çevrili şehre doğru koştuğunu gönce rahat bir nefes aldı. Her ne kadar büyücünün üstesinden gelemeseler de Besmore Kalesi yakında düşecekti.

“Eyere sıkıca tutunun.”

Bir süre savaş alanından biraz uzak bir konumdan durumu izleyen Elliot, atını yeniden mahmuzladı.

Bir süre sonra tepede bir dizi mancınık ve okçular belirdi. Onların üzerinden geçip arka birime girmek üzere olan Elliot, aniden atının başını çevirdi.

Max, eyerden düşmemek için şövalyenin kolunu yakaladı.

Onu bir elinde kılıç tutarken görebiliyordu ve nedenini çok geçmeden anladı.

Gökyüzünde dolaşan bir ejder aşağı kaymıştı.

Gözlerinin önüne koyu bir gölge düşünce irkilen savaş atı ön ayaklarını kaldırıp birdenbire eğildi. Max çığlık attı ve eyeri uyluklarıyla sertçe sıktı. Elliot dizginleri sertçe çekip kılıcını savurdu.

Onu tam olarak neresinden kestiğini bilmiyordu ancak keskin bir çığlıkla ejderin sıcak kanı fıskiye gibi yüzüne döküldü. Ancak ejder sanki ölümcül bir yara almamış gibi dar bir patikada yere inip kanatlarını ve keskin dişlerini göstererek mücadele etti.

Sonra bir yerden tanıdık bir ses duyuldu.

“Kenara çekil!”

Elliot hemen atın kafasını çevirdi. Neredeyse aynı anda, sağır edici bir gürleme duyuldu. Max gözlerini kapatıp açtı. Beyaz buz yavaşça düşerken ejderin boynundan ayrılmış gövdesi ortaya çıktı. Onun önünde eğilmiş olan adam yere saplanmış bir kılıç çıkardı ve kibirli bir şekilde konuştu.

“Bana borçlusun, Sör Karon.”

Max'in gözleri büyüdü. Riftan tarafından ayrı bir görev verilen Yuri, muzaffer bir yüz ifadesiyle orada duruyordu. Elliot hafifçe iç çekti ve onun önüne geçti.

“Görevinizi düzgün bir şekilde tamamladınız mı?

“Göremiyor musun? Yalnızca Balto'dan dört bin takviye kuvvet getirdik.”

“Bal… Balto'dan takviye kuvvet mi getirdin?”

Yurixion'a bakan Max şaşırmış bir ifadeyle haykırdı. Yurixion ancak o zaman, Max'in cüppesine iyice gömülmüş yüzünü şans eseri tanıyarak neşeyle haykırdı.

“Hanımefendi! Görüşmeyeli nasılsınız?

“Şu anda, iyi olduğumu söylemeliyim…”

Max, sıcak buhar çıkan ejderin cesedine ve kaotik savaş alanına bakarken belirsiz bir tonda mırıldandı. O anda Garrow, Yuri'nin arkasından çıkarak konuştu.

"Öncelikle arka birime geçip, daha sonra selamlaşmak daha iyi olur.”

Max ona sıcak bir bakış attı. Yuri ve Garrow deri zırhlar ve koyu gri renkte cüppeler giymişlerdi, uzun zamandır başıboş dolaşan gezgin şövalyeler gibi görünüyorlardı.

‘Ne oldu bilmiyorum ama ikisi de zor zamanlar geçirmişe benziyor.’

“Bu tarafa gelin.”

İlk olarak Garrow döndü. Elliot onun peşinden gitti ve Max çok geçmeden hafifçe kuzeye doğru yükselen tepelerde beyaz sancaklı büyük bir süvari grubu gördü. Gözlerini kıstı. Sancağa daha önce hiç görmediği bir ibare işlenmişti.

“Bu, Balto Konfederasyonunun simgesidir.”

Elliot sanki sorusunu okuyormuş gibi sakin bir sesle açıkladı.

“Balto'nun güney bölgesinin lordlarının, kraliyet ailesine olan sadakatleri çok az. Bu yüzden Lord Calypse, anlaşmaya karşı muhalefeti kontrol altına almak için Balto Konfederasyonu’nu dahil etmeyi planladı.”

“Yurixion ve Garrow'un üstlendiği görev... Balto soylularını bulup ikna etmek miydi?”

Yurixion, onun şaşırdığı sorusu üzerine hafifçe elini salladı.

“Tek yaptığımız Lord Calypse'in mesajını Lord Bleston'a iletmekti.”

Max'in gözleri beklenmedik sözler karşısında genişledi. Geyhart Bleston, Yedi Krallık'ın kahramanı ve barış antlaşmasının imzalanmasına en çok katkıda bulunan kişiydi.

Ancak, aynı zamanda Heimdall ailesine bağlılık yemini eden bir şövalye ve Richt Bleston gibi bir alçağın babasıydı. ‘Böyle biri gerçekten barış güçlerinin yanında olur mu?’

Hemen yanında ilerleyen Garrow, kuşkulu ifadesini okuyormuş gibi ciddi bir sesle konuştu.

“Sör Geyhart Bleston, dindar bir adamdır. Hükümdara olan sadakati konusunda çelişkili gibi görünüyor, ancak Lord Calypse ve Papa Hazretleri tarafından gönderilen telgrafı okuduktan sonra, yeni papayı desteklemek adına resmi bir mektup yazdı. Bu sayede Balto’nun güneyindeki soyluları zorlanmadan ikna edebildim.”

Bu, eğer kuzey hükümdarı mantıksız bir savaş başlatırsa, iç bölünmelerin önce Balto'da gerçekleşebileceği anlamına geliyordu.

Max, göğsünü sıkıştıran bir endişenin kaybolduğunu hissederek gururlu gözlerle Yurixion ve Garrow'a baktı.

“Siz ikiniz gerçekten harika bir iş çıkardınız!

“Harika şeyler yapan Lord Calypse'dir. Tek yaptığımız mektuplar için ayak işleri yapmaktı.”

Yurixion gurur dolu bir ses tonuyla konuştu. Max da göğsünün gururla dolup taştığını hissetti. Riftan, Dristan'ın kraliyet ailesiyle gizli bir anlaşma yapıp, Balto içinde anlaşmanın destekçilerinden bir grup oluşturarak savaşın közlerini söndürmüştü.

Geriye kalan tek şey ejderhanın canlanmasını engellemekti.

Max umutla savaş alanına baktı, karanlık çökmeye başlamıştı. Bu muharebe ile bu uzun ve çetin kış sona erecekti.

Ortalık kararmaya başlayınca Besmore Kalesi tamamen ele geçirilmişti. Dulluhan tekrar tekrar yeniden oluşuyor olsa da en azından şehri dolduran hortlaklar yüksek rütbeli rahipler tarafından yok edilmişti.

Müttefik kuvvetler hemen dulluhanı kapıdan defetti. Giriş yolu emniyete alındığında, Kutsal Şövalyeler kutsal emanetin bulunduğu arabayı şehre sürdüler. Max tepede durup sahneyi endişeyle izledi, ardından Ruth'a döndü ve sabırsızca sordu.

“Hey, arka birimler ne zaman içeri girebilir?

“Lütfen bekleyin. Rahipler bariyeri etkinleştirdiğinde bir sinyal göndermeye karar verdik.”

Adamotu kökü çiğneyen Ruth yorgun bir yüzle cevap verdi. Yarım gün boyunca savunma büyüsü yayarak manasını da tüketmiş gibi görünüyordu. Şifalı otların kaynatılmasıyla elde edilen acı sıvıdan bir yudum alarak ekledi.

"Lexos Dağları'ndaki büyü akışı tamamen engellenirse, dulluhan yeniden canlanmayı durduracak ve şehre daha güvenli şekilde girebileceksiniz.”

Sakin yanıtı Max'in kendisini biraz daha sakin hissetmesini sağladı. Dakikalar sonra yüksek sesli bir boru çalındı ve uzun vagon kuyruğu yavaşça tepeden inmeye başladı.

Max sevinçle haykırdı ve ovayı tek sıra halinde geçti.

Ama her şeyin bittiğine dair sevinci uzun sürmedi. Cesetler şehre giden yolların her yerine dağılmıştı.

Meşale ışığının altında ortaya çıkan kasvetli manzara karşısında nutku tutulmuştu. Bacakları kesilmiş ya da boyunları kırılmış atların cesetleri ovada üst üste yığılmıştı ve onların etrafında, tanınmayacak kadar korkunç bir şekilde katledilen askerlerin cesetleri yatıyordu.

Rahipler üzerlerine kutsal su serptiler ve dualar mırıldandılar. Max, yüzünde şok olmuş bir ifadeyle olay yerine baktı, sonra gözlerini sımsıkı kapattı ve yüzünü Rem'in boynuna gömdü. Yalnızca yarım gün önce hayatta olan ve nefes alan insanların donmuş zeminde korkunç bir halde yatıyor olması ve bunu görmesi pek gerçekçi gelmiyordu.

“Önce revir kışlasını kurmalıyız! Yaralı askerleri getireceğiz, bu yüzden acele edin, yatakları yapın ve ateş yakın!

Tam hendeği geçerlerken kapının sağında solunda bekleyen askerler bağırdılar.

Görünüşe göre bazı şövalyeler yaralanmıştı. Kalbinin sıkıştığını hisseden Max, uzun asker sırasının önüne geçerek geniş meydana doğru koştu. Sonra Remdragon Şövalyeleri’nin cesetleri tek bir yerde toplayıp istiflediğini gördü. Max solgun bir yüzle onlara yaklaştı. Ve ölülerin yüzlerini incelerken ölmüş şövalyenin gözlerini kapatan Uslin onu yakaladı.

“Leydi Calypse.” Cesede bakmasını engellemek istercesine onu uzaklaştırarak konuştu. “Hanımefendi, lütfen katedrale girin ve yaralılarla ilgilenin.”

“Ç-çok ölüm oldu mu?”

“Toplam dört Remdragon Şövalyesi öldü…"

“Ne? K-kim…”

"Bu gençler yeni atandı, bu yüzden hanımefendi onları tanımıyor.”

Farkında olmadan rahat bir nefes veren Max suçluluk duygusuyla kızardı. ‘Kendimi o kadar çirkin hissettim ki bir yakınım ölmediği için mutlu oldum.’ Max, direkt olarak Uslin'in yüzüne bakmaya dayanamadı ve arkasını döndü. Ardından Riftan'ı bir an önce bulma arzusunu bastırarak Büyük Katedral’e yöneldi. Ona bir şey olsaydı, şövalyeler önce ona söylerdi. Uslin’in, kendisinden yaralılarla ilgilenmesini istemesine bakılırsa, Riftan muhtemelen iyi olacaktı. Endişesini yatıştırmaya çalıştı ve aydınlatılmış büyük binaya girdi. Düzinelerce hekim çoktan gelmişti. Diğerleri ateş yakıp yatak yapmak için binanın başından sonuna kadar sazlık yayarken, Max yaralıların durumunu kontrol etti ve onlara ilk yardım yaptı. Geç gelen büyücüler de yardım ettiler.

Sonunda canavarlar tarafından çalınan tüm şehirleri geri aldılar ve ejderhanın diriltme planı hareketsiz hale getirildi, ancak zaferin sevincini hiç hissedemedi. Gece boyunca arındırma ayinleri ve cenaze törenleri yapıldı ve büyücüler, üç ya da dört saatlik derin uykuyla dönüşümlü olarak yüzlerce yaralıya bakmak zorunda kaldı. Max, gri gökyüzünün nasıl yavaş yavaş aydınlandığını tamamen bitkin bir halde izledi.

Bütün gece yağan kar durmuştu ve solgun bir ışık ıssız şehri aydınlatıyordu. Savaşın tüm izlerinin silindiği gümüş rengi manzaraya baktı, sonra merdivenlerden meydana doğru indi.

Binlerce asker her yerde kışlalar kurmuştu.

Çevirmen: Sabahat <3

SONRAKİ BÖLÜM

Yorumlar

  1. Koşa koşa geldim hemen okumaya gidiyorum ellerine sağlıkk ✨

    YanıtlaSil
  2. Ay geldi hemde iki bölüm teşekkürler Sabahat

    YanıtlaSil
  3. Viva la vida shalom Margaret nedense bana bu seriyi hatırlatıyor

    YanıtlaSil
  4. Ellerine sağlık ☺️🥰

    YanıtlaSil
  5. 170 bölüm sonra savaş nihayet bitti anasını satayım...

    YanıtlaSil
  6. Savaş gerçekten bitti? Ejdercik uyanmayacak... Ah, hikaye gerçekten bitiyor... Savaş bitsin ama hikaye bitmesin... - Robin.

    YanıtlaSil
  7. Saka gibi ask novelinde savas 170 bolum savas okuduk

    YanıtlaSil

Yorum Gönder