MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 160. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


Max yönetimi ele almak için acele etti. 

“B-ben dükün vasallarını ziyaret edip erzak getireceğim. Müttefik Kuvvetlerin bakımını finanse etmen için hiçbir sebep yok…!

“Kaybedecek vaktimiz yok.” Riftan oldukça soğuk bir tavırla onun sözünü kesti. “Dük erzakları gönderse bile yolda tekrar yağmalanacaklar. Mümkün olan en kısa sürede Drystan'a gitmeyi tercih ederim.”

Ardından askerlere döp başını salladı.

“Şimdilik, bunu askeri vagona koyun. Buradan alınan yiyeceklerle birleşince yaklaşık bir hafta hayatta kalabileceğiz.”

Askerler hemen vagonlardan ekmek çuvallarını, kuru et parçalarını ve bira fıçılarını çıkarıp omuzlarına yüklediler. Sahneyi sessizce izleyen Max dudağını ısırdı ve askerlere acı bir bakış attı.

Riftan, erzakların gerçekten yağmalandığını düşünüyor gibiydi, ancak Max tüm bunların aslında  kurnaz dükün bir oyunu olduğunu bir türlü aklından çıkaramıyordu.

Askerlere ve korkudan sinmiş arabacıya baktı, sonra arkasını döndü. ‘Şimdi ne fark eder ki?’ Riftan'ın dediği gibi erzak eksikliği sonucu değiştirmedi. Sonunda, yaptığı hiçbir şey ifade etmiyordu.

Riftan, bir şövalyeye şoförü ve saldırıya uğramış askerleri dinlenmeleri için kışlaya götürmesi talimatını verirken onun arkasında bekledi ve dönüp Remdragon Şövalyelerinin kampına doğru yürüdü. Ardından Riftan bir eliyle onun omzunu yakaladı.

“Gereksiz yere kendini suçlama. Yapabileceğin her şeyi yaptın.”

Max ona şaşırmış bir şekilde baktı. Karmakarışık duygularını fark etmesini beklemiyordu. Ona bakan Riftan, tatmin olmamış gibi ekledi.

“Daha önce söylediğim gibi senin soyadın Calypse, Croix değil. Dük ile ilgili bir şey yüzünden kendini suçlu hissetmen sinirlerimi bozuyor.”

“B-ben sadece... babam yüzünden tekrar zor durumda kalmanı istemiyorum…”

“Bana bak.”

Çenesini dikkatlice kaldırdı. Sonra ona kararlı bir bakış atıp her kelimeyi vurgulayarak konuştu.

“Dük yüzünden başım belaya girmeyecek. Ama bu olsa bile, bunun için kendini suçlu hissetmene gerek yok.”

“Ama…”

Max, ona karşı çıkmak için ağzını açtı, sonra tekrar kapattı. Babası yüzünden kocasıyla anlamsız bir kavgaya girmek istemiyordu. Max'in dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi.

“Pekala.”

Riftan, onun dürüst olmadığını fark etmiş gibiydi ama yine de konuşmayı burada bırakmaya karar verdi. Hafif bir iç çekişle gitmesine izin verdi. Kocası şövalyelere doğru döndüğünde, Max kışlaya gidip eşyalarını toplamaya başladı.

Hava koşulları hala çetindi ama yeterli yiyecek yoktu, bu yüzden en kısa zamanda bir sonraki şehre taşınmaları gerekiyordu. Şifalı otları, mana taşlarını ve bazı büyülü aletleri topladıktan sonra Rem'in durumunu kontrol etmek için ahıra gitti.

At hala zindeydi ve son birkaç gündür iyi bakılmıştı. Ancak dizginleri yakalayıp çektiğinde, kısrak sanki karda yeniden uzun bir yol gitmeye hiç niyeti yokmuş gibi gergin bir şekilde çifte attı.

Max, pelerininden bir şeker kamışı çıkardı, Rem'in burnunun altına koydu ve atı dışarı çıkarmak için hafifçe salladı. Askerler sadece iki saat içinde kışlaları söktü, atları yük arabalarına bağladı ve her an yola çıkmaya hazır oldular.

Bir süre sonra savaş atları, vagonların sağına ve soluna uzun bir sıra halinde dizildi ve onların arkasında da silahlanmalarını bitiren askerler dört sütun halinde bir hat oluşturdu. Atı onların arkasına çeken Max, endişeyle gökyüzüne baktı.

“Hava garip… İyi olacak mıyız?

Vagonda oturmuş bir parşömene bir şeyler karalayan Ruth yanına doğru geldi ve başını yukarı kaldırdı.

“İyi olacağız. Eğer hava kötüleşseydi Sir Calypse fark ederdi. Hava durumunu okuma kabiliyeti neredeyse kehanet gibi.”

Max onun kaygısız yanıtı karşısında biraz rahatladığını hissetti. Ruth, yiyecek eksikliğini ya da yaklaşan savaşı pek umursuyor gibi görünmüyordu.

Kayıtsızlığının, Riftan'ın yeteneklerine olan mutlak güveninden kaynaklandığını fark etti. Büyücü, Riftan'ın ortaya çıkabilecek herhangi bir sorunu çözeceğine dair sarsılmaz bir inanca sahipti, bu yüzden görevine sessizce konsantre olabiliyordu.

Max onu örnek almaya karar verdi. Her ne kadar erzak sorununu kendi başına çözemese de elinden gelen her şeyi yapmıştı. Artık işi Riftan’ın ellerine bırakmaktan başka çaresi kalmamıştı.

Müttefik Kuvvetler güçlü bir şekilde geniş ovaya doğru ilerlediler. Max atını sürerken karla kaplı çorak araziye, kasvetli bulutlarla sarılı sivri dağ zirvelerine ve donmuş nehirlere baktı. Ara sıra küçük kasabalar görülebiliyordu, ancak ikamet eden tek bir insan bile görülmüyordu. Görünüşe göre çoktan başka bir yere göç etmişlerdi.

İyi haber, boş kasabanın tamamından kayda değer miktarda samanın elde edilmiş olmasıydı. Askerler samanı küçük parçalar halinde kesip, yumuşatmak için kazanda kaynattıktan sonra yem sıkıntısının üstesinden gelebilmek için atları beslediler. Kendilerini içinde buldukları böylesine acınası bir durum karşısında, sinirlenmekten kendini alamadı.

Askerler, yakacak odundan tasarruf etmek için soğukta dinlenmek zorunda kalmanın yanı sıra günlerce aç karınlarını yetersiz yemeklerle doldurmak zorunda kalmıştı. Ordunun moralinin çöküşte olması doğaldı.

Max'in yüzü, askerlerin küçük porsiyonlarda bayat ekmek ve hafif birayı paylaşmalarını izlerken karardı. Askerlerin her birinin yüzünde somurtkan bir ifade vardı. Tahkim edilmiş şehre iki gün içinde ulaşabildiler, ancak oradan yeteri kadar yiyecek satın alabilecekleri garanti değildi.

Savaştan önce böyle kötü yemekler yemeye devam etmek zorunda kalırlarsa askerlerin savaşmak istememesi muhtemeldi. Remdragon Şövalyeleri, Riftan'a tamamen sadık kalacaktı, ancak Whedon Kraliyet Ailesi ve Kuzeyliler farklıydı. Max, Riftan’ın bu engelin üstesinden nasıl geleceğini merak ederek başını öne çevirdi.

“Hadi devam edelim!”

Tam o sırada Riftan şövalyelere seslendi. Max, Rem'i sakinleştirdi, su içirmek için onu yakındaki bir dereye götürdü ve sonra tekrar saflara katıldılar. Remdragon Şövalyeleri kuvvetli bir şekilde yürümeye başladığında, Müttefik Kuvvetler onları takip etti.

Zorlu yolculuk yeniden başladı. Hem ellerini hem de kalçalarını uyuşturan, kemiklerini donduran soğuğa rağmen sırtı terden sırılsıklam olmuştu. Her an bayılacak gibiydi ama insanüstü bir dayanma gücüyle atın eyerine yapıştı.

Güneş batmaya başladığında Müttefik Kuvvetler hareket etmeyi bıraktı ve kamp kurmaya hazırlandı. Teşekkür etmek için diz çökmek istiyormuş gibi hissetti. Max atının sırtından yuvarlandı ve ateşin yanına çömeldi, ağzına zar zor bir dilim ekmek tıkıştırdı. Ve kışla kurulur kurulmaz kendini uyku tulumunun üzerine atıp uykuya daldı.

Ertesi gün daha da çetin bir yolculuk başladı. Sıcaklık günden güne düştü ve yol gittikçe zorlaştı. Ovalar bittiğinde, uçurumlar ev sık kayalı engebeli arazi başladı. Riftan safları böldü ve onlara dar patikalarda dikkatli ilerlemelerini işaret etti. Max, kardan dolayı donmuş kayalık yolda kaymamak için dikkatli hareket etmek zorundaydı.

Bir süre ilerledikten sonra nihayet ufukta beyazımsı bir kum duvarı belirdi. Max gergin bir sesle mırıldanmasına rağmen içinden çığlık atmak geliyordu.

“N-nihayet… ne büyük bir rahatlama.”

Onu duyan Elliot dönüp ona baktı.

“Burada uzun zaman kalmayacağız. Bir gecenin ardından Besmore'a gitmeliyiz.”

Max, soluklanıp kendine gelmesi için bir an bile beklemeden savaşın derhal başlatılması gerektiğini söylediğinde herhangi bir hayal kırıklığı belirtisi göstermemeye çalıştı. Ejderhanın dirilişini olabildiğince çabuk durdurmaları gerekiyordu.

“B-bunu zaten biliyorum.”

Vadiden çıkan şövalyeler hemen hızlarını artırdılar. Yaklaşık olarak bir saat sonra muhteşem kale kapısı göründü.

Şehrin büyüklüğüne biraz şaşırmıştı, o kadar görkemliydi ki, sınırda bulunan küçük bir kasaba olduğuna inanmak zordu. Çocukluğundan beri, Drystan'ın insanlarının barbar, vahşi ve vicdansız olduğu damgası ona aşılanmıştı, bu yüzden onların Whedon'unki kadar gelişmiş mimari becerilere sahip olmasını asla beklemiyordu. Hayır, Drystan’ın mimari yapısı Whedon'unkinden çok daha sağlam görünüyordu. Kalenin uzun dikdörtgen şekilindeki kulesine ve kalın taş duvarlarına hayretle baktı.

Tam o sırada önden güçlü bir ses duyuldu.

“Yedi Krallık Konseyi tarafından gönderilen gönüllü kuvvetleriz. Kapıları açın!

Bir süre sonra demir kenarlı kapılar sağır edici çığlıklar kopararak dönen bir makaranın sesiyle ardına kadar açıldı.

“Brayden'e hoş geldiniz!”

Gözleri iri iri açılmış, yolun sağındaki ve solundaki kalabalığa baktı. Görünüşe göre yüzlerce vatandaş ellerinde ökseotu dallarını salladı ve bazıları yola kuru çiçek yaprakları serpti.

Whedon ve Drystan arasındaki ilişki o kadar iyi değildi, bu yüzden Dükalık'tan geçtikleri zamankinden daha kötü muamele göreceklerinden endişe ediyorlardı.

“Bu kadar uzaktan geldiğiniz için teşekkürler!”

Çılgınca etrafına bakınan Max, önden gelen bir kükreme sesi duyunca arkasını döndü. Etrafı zırhlı şövalyelerle çevrili genç bir kadın dikkatini çekti. Zarif bir şekilde ileri doğru yürürken konuştu.

“Uzun zaman oldu Lord Calypse. Hayır, şimdi size Rossem Uigru mu demeliyim?” Kışkırtıcı bir şekilde gülümsedi. “Yoksa Kont Calypse mi demeliyim?”

“Bana ne istersen onu de.”

Riftan soğuk bir nefes verip hızla atından indi. Sonra dizginleri hizmetçiye verdi ve kadına yaklaştı.

Max ona ihtiyatlı gözlerle baktı. Yüksek statülü bir kadındı. Toplanmış siyah saçları bir inci fileyle kaplıydı ve uzun kadife elbisesi, yere kadar uzanan altın güllerle işlenmiş, aksesuarlar ince boynundan ve bileklerinden sarkıyordu. Kadın, kibirli görünecek kadar kendinden emin bir tavırla yüzüklü elini Riftan'a doğru uzattı.

Çevirmen: Sabahat <3

SONRAKİ BÖLÜM

Yorumlar

  1. Tesekkurler 2 bölüm olsun lütfenn

    YanıtlaSil
  2. Aa bu dristenın princess bitch mi bahsettikleri?

    YanıtlaSil
  3. Riftan o eli öper mi? Tabi ki öpmez. Tatar Riftan bu oyunu da bozar elbet😀😄.
    Çeviri için teşekkürler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Öpmez umarım ya djsndjsjjdkkd

      Sil
    2. Acaba nezaket icabı öper mi

      Sil
    3. Nezaket? Riftan? Öpücük? Max'ten başka herhangi bir varlık? Mümkün değil😄😄😄

      Sil
  4. Maxinin iç sesini duyar gibiyim bitmedi bu prensesler 😄😄

    YanıtlaSil
  5. Aha geldi prenses

    YanıtlaSil
  6. 167den sonra napcaz

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayni soru bendede var gelmedi mi yeni bölumler

      Sil
    2. 173 e ladar gelmiş galiba

      Sil
    3. 167den sonra ne olacak ki

      Sil
  7. Max in Agnes i özleyeceği günlerde mi gelecekti? 😓

    YanıtlaSil
  8. Abi su prensesler bizi salsin artik

    YanıtlaSil
  9. Peensesler de bi bitmedi aq

    YanıtlaSil
  10. Kıymetini bilemedik agnes

    YanıtlaSil
  11. Ellerine sağlık 🥰🥰

    YanıtlaSil
  12. Yorumlardan anladigim prensesin kötü oldugu riftanimiz koru maxi 😂😂😂

    YanıtlaSil
  13. Etma Riftan maxi nin kıskançlık krizini kaldıracak bünye kalmadi okuyucuda bizide düşün 🥺

    YanıtlaSil
  14. Ben sanırım Leon'u özledim. Keşke ona özel bir hikaye falan çıksa

    YanıtlaSil
  15. Bak hele hele

    YanıtlaSil

Yorum Gönder