MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 144. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)
Gerçeği her ne kadar gömmek istese de Croix Dükü onun biyolojik babasıydı ve bunu herkes biliyordu. Aynı zamanda, evlendiği adama herkesin önünde hakaret eden, böylece en büyük kızının onun için ne kadar önemsiz olduğunu gösteren kendi babasıydı.
Max güçlü bir küçümseme duygusu hissetti. Babasının onun varlığını değersiz bir şey olarak görmesi onu incitmedi, ancak dükün evlatlıktan reddedilen kızı olduğu için Riftan'a bu kadar aşağılayıcı davranılması ona azap verdi.
Eğer onunla ilişki kurmasaydı, Riftan ve Remdragon Şövalyeleri böyle muamele görmezdi. Riftan, Max’in özür dileyecek bir şeyi olmadığını söylemesine rağmen, sorumlu hissetmekten kendini alamadı.
“Yorgun görünüyorsunuz.”
Yanındaki atı sessizce süren Elliot, aniden endişeli bir ifadeyle onunla konuştu. Max kaskatı dudaklarının köşeleriyle zar zor gülümsedi.
“Yi... Yine de dayanabilirim.”
“Biraz sonra Lauden Nehri’nin kıyısına varacağız. Bugün orada kamp yapacağız. Lütfen o zamana kadar dayanın.” Elliot, sanki kamp yapmak dünyanın en zevkli şeyiymiş gibi cesaret verircesine konuştu.
O anda Max'in yüzü karardı. Şövalyelere, geceyi siperlerle çevrili bir şehirde geçirmektense kırda geçirmenin daha iyi olacağını düşündüren babasına karşı yeniden yakıcı bir öfke yükseldi. Ancak yorgun şövalyelerin onun nasıl hissettiği konusunda endişelenmesini istemediği için neşeli bir tavır takındı.
“Eğer atından düşersen... sonunda lordunu utandıracaksın, o yüzden bana endişeli gözlerle bakmayı bırak.”
Onun muzip karşılığıyla rahatlayan şövalyenin dudaklarında hafif bir gülümseme oluştu.
Bir süre sonra alanın üzerinde donmuş beyaz bir nehir belirdi. Riftan alayı durdurdu ve şövalyelere kamp kurmak için hazırlanmalarını emretti.
Max, şövalyelerin atları kıyıya götürmelerini, onlara su içirmelerini ve çadırlarını düz zemine kurmalarını izledi. Sonra, Rem'in sırtındaki eyeri indirip dizginleri şövalyelerin çaktığı kazıklara bağladı ve aşçılarla akşam yemeğini hazırlamaya başladı.
Büyücülerin esas işi yaralıları iyileştirmek ve şövalyelere savaşta yardım etmekti ama yapacak daha birçok şey vardı.
Alnındaki teri sildi ve çorba yapmak için büyük bir tencerede havuç ve lahana haşladı, ardından taş gibi sert bir somun ekmeği kesip askerlere verdi. Tüm bunlardan sonra şifalı ot envanterini kontrol etti ve acil ilaçların yapılmasına yardımcı oldu. O çılgınca çalışırken biri omzuna elini koydu.
“Hala çalışıyor musun?”
Başını çevirdiğinde Ruth'un şaşkın yüzünü gördü. Otları doğramaktan kızarıp morarmış ellerine bakarken içini çekti.
“Sör Calypse leydimi arıyordu. İşin geri kalanını ben yapacağım, siz gidip dinlenin.”
“B-bunu bitirip gideceğim.”
“Şimdi kalkın.” Ruth, kollarını göğsünde kavuştururken sertçe konuştu. “Hala yemek yemediniz. Lütfen, vücudunuzu kötüye kullanma alışkanlığınızı bırakın. Kendinize iyi bakmalı ve böylece sizin için endişelenen insanları biraz rahatlatmalısınız.”
Max kızardı ve ayağa kalktı. Babasının zorbalığını telafi etmek için her zamankinden daha sıkı çalışmıştı ama Ruth'un azarlamasını duyunca yüreği ağırlaştı. Derin bir nefes verdi ve ağır bir şekilde Riftan'ın kışlasına doğru yürüdü.
Gri karanlıkta, yavaşça hareket eden soluk sarışın bir dev bir anlığına gözüne ilişti. Max'in gözleri, Richt Bleston'ın Whedon'ın kampını başıboş dolaşan bir canavar gibi yarıp geçmesini izlerken kısıldı.
Her ülke’nin birlikleri belirli mesafede kamp kurmuştu ve şimdiye kadar onunla nadiren yüz yüze gelmişti. Riftan, Balto'nun ordusuna emirler vermek için ulaklar gönderirdi ve onlar da aynısını yapardı. Ancak bu sefer Riftan'ın kararına karşı çıkmak isteyebilirdi.
Kuzeylinin sırtını endişeli bir bakışla izledi, sonra onun Riftan'ın kışlasına girdiğini gördü ve hızla hareket etti. Ama tam onu kışlaya kadar takip etmek üzereyken girişte nöbet tutan Uslin onu durdurdu.
“Lütfen içeri girmeyin. Bunun bir parçası olmamın iyi bir yanı yok.”
“A-ama…”
Max karşı çıkmak için ağzını açtı, sonra onun haklı olduğunu fark edince tekrar kapattı. Riftan söz konusu Max olduğunda kolayca öfkeye kapılıyordu ve Richt Bleston bu gerçeği Riftan'ın sabrını sınamak için kullanıyordu.
Endişeyle dudağını ısıran Max isteksizce kapı girişinden çekildi. Ama orayı terk etmeye de niyeti yoktu. Çadırın yakınında durmuş içeriden gelen konuşmayı dinliyordu.
“Neden Croix kalesini ziyaret etmiyorsun? Bir ihtimal oradan erzak alabileceğimizi bilmiyor musun?”
“Croix kalesine gitmek için güneye doğru uzun bir yol gidilmesi gerek. Kaybedecek zamanımız yok. Malzemeler doğrudan savaş alanına tedarik edilmeli. Düke çoktan bir ulak gönderdim.”
"Hey... Bu adamın gerçekten senin isteğini kabul edeceğini düşünmüyorsun, değil mi?”
Richt Bleston kıkırdadı, ardından kahkahayı patlattı.
“Kayınpederin, damadını becermek için her şeyi yapmaya hazır. Erzak almak için orduya bizzat liderlik etmezsen, o adam sana bir çuval buğday bile vermez.”
Max'in yüzü, alaycı bir çocuğunkine benzeyen küstah sesi karşısında kıpkırmızı kesildi. Kuzeyli eğleniyormuş gibi konuşmaya devam etti.
“Ondan bu kadar nefret etmeni gerektirecek ne halt etti bilmiyorum ama sence de o yaşlı alçak herifin erzakların gelişini geciktireceği bariz değil mi?”
“…Tam olarak ne demek istiyorsun?”
“Ordunu Midna'ya götür ve bizi orada bekle. Gidip erzakları alacağız.”
Bir anlık gergin sessizliğin ardından bu kez Riftan'ın ağzından soğuk bir kahkaha döküldü.
“Dinle, sana da kayınpederime güvenmediğim kadar güvenmiyorum. Gidersen geri dönmeyeceğin belli değil mi?”
“Böyle olman ne kadar üzücü. Müttefik Kuvvetler arasında nasıl bu kadar az güven olabilir?”
Adam üzgün numarası yaptı. Riftan soğuk bir sesle konuştu.
“Bunca zaman boyunca Balto, kendi kuvvetlerini olabildiğince zarardan korumak ve diğer ulusların kuvvetlerini tüketmek için mümkün olan her şeyi yaptı. Ama bu kez, o kadar kolay sıvışıp gitmenize izin vermeyeceğim. Sen ve şövalyelerin benimle beraber öncü birlikte savaşmak zorunda kalacaksınız.
“Hey, erzak olmadan bir ay bile dayanamayız. Bizi açlıktan öldürmek mi istiyorsun?”
“Askeri malzemeler zamanında ikmal edilecektir.” Riftan kendinden emin bir sesle konuştu. “Yiyecek almak için bir ordu göndermemiz gereken bir durumda kalsaydık bile, Phil Aaron'un Şövalyelerini göndermeye ihtiyacımız olmazdı. Bu, aç bir kediye taze bir balık emanet etmek gibi olurdu.”
Max kuru kuru yutkundu. İkili arasında akan düşmanlık dışarıya kadar yayıldı. Richt Bleston'ın aniden Riftan'a saldırabileceğinden korkarak tetikteydi. Ancak Richt, sanki ta başından beri Riftan'ın reddine hazırmış gibi sakince yanıt verdi.
“Hezeyanın çok şaşırtıcı Calypse. Phil Aaron'un Şövalyeleri de Loviden Kıtasının barışı ve refahı için savaşıyor. Bence böyle aşağılanmak için hiçbir bir sebep yok…”
Riftan cevap vermedi. Bir süre sonra ağzından kederli bir iç çekiş çıktı.
“Peki tamam, kararına uyacağım. Ancak, neticelerin sorumluluğunu alman gerekecek.” Uğursuz bir tonda mırıldandı ve gitti.
Max bilinçsizce geri çekildi ve hiçbir korku belirtisi göstermek istemeyerek başını kaldırıp Richt Bleston'a dik dik baktı.
Kuzeyli, onun kendisine karşı düşmanca tavrını komik bulmuş gibi kaşlarını çatarak ona baktı. Sonra, başıboş bir kaplan gibi, yavaşça gitti. Max ona dikkatle baktıktan sonra bakışlarını kışlanın içine doğru çevirdi.
Riftan başını geriye atıp başparmağı ve işaret parmağıyla gözlerinin arasına ovuşturdu. Onu derin bir tükenmişlik içinde görünce göğsünün bir yanı kurşun gibi ağırlaştı. Sadece ejderhanın dirilişini durdurmak gibi büyük bir sorumluluk almakla kalmıyor, aynı zamanda Yedi Krallık'ın birliğini yok etmeye çalışan iç düşmanı da kontrol ediyordu. Kendi babası bile üzerine ağır bir yük bindiriyordu.
Onun için yapabileceği hiçbir şey olmadığı için çok sinirli hissediyordu. Yıllar boyunca zar zor inşa ettiği özsaygı bir anda parçalanmış gibiydi. Kocasına üzgün gözlerle bakan Max dönüp diğer yöne doğru koştu.
*****
Oldukça sessiz olan Maximilian'a bakan Riftan, endişeli bir ifade takındı. Croix düklüğüne girdiklerinden beri, yüzüne sık sık karanlık gölgeler düşüyordu ve hatta bazen solmuş gibi görünüyordu. "Geçmişin korkunç anıları geri mi geldi?”
Dizginleri sıkıca kavradı ve dişlerini sıktı. Croix'in ruhunu ciddi şekilde yaralamış olduğu düşüncesi karşısında öfkesini bastıramadı. Tek istediği, atı Croix kalesine doğru çevirip adamı paramparça etmekti. Kaynayan nefretini umutsuzca bastırdı. Adamdan intikam almak için çok daha fazla fırsat olacaktı. Şu an için öncelik, iğrenç canavarları yenmekti.
Bakışlarını karısından ayırmak için mücadele etti. O anda önde olan Hebaron atını sürerek geri geldi.
“Komutan! Prenses Agnes bir posta güvercini gönderdi.”
Riftan, teğmenin elinden buruşuk parşömen tomarını kapıp açtı. Yanında at sürmekte olan Uslin sabırsızlıkla sordu.
“Neler oluyor? Eğer kuzeydoğuya doğru hareket eden birimde hasar varsa…”
“İyi haberler var.” Riftan notu Uslin'e uzatarak konuştu. “Arex'in güneyinde bulunan kaleleri geri almayı başardıklarını söylüyor.”
“Bu düşündüğümden daha hızlı oldu.” Uslin oldukça canlı bir
ifadeyle konuştu.
Çevirmen: Sabahat <3
aay sabahat imdadımıza yine yetştin teşekkürlerr
YanıtlaSilSabahat tatminsiz ruhumu şımartıyorsun hayatım...
YanıtlaSilSabahat ve özge❤️❤️
YanıtlaSilTesekkurler
YanıtlaSilÇeviri için teşekkür ederim
YanıtlaSilmaxi ya niye dönüp kaçıyosun gidip adama sarılsan çok daha mutlu olur
YanıtlaSilRiftan'ın babası tarafından aşağılandığı ve zor duruma düşürüldüğü gerçeği Maxi'yi yiyip bitirirken, Riftan babasından gördüğü şiddetin hatıraları yüzünden üzgün olduğunu düşünüyor. Ikisi de, diğerine zarar verdiği için Croix düküne öfke duyuyor. Asla kendi yaşadıkları zorluklar umurlarında olmuyor ve kendilerini diğerinin yaşadığı zorlukların sebebi olarak görüyor. Böyle bir sevmek görülmemiştir❤
YanıtlaSilÇeviri için teşekkürler. Emeğinize sağlık
SilOfff evet, öyle de güzeller işte... abi ben bunları sonsuza kadar böyle sevimli sevimli okuyabilirmişim gibi hissetmeye başladım jksdfkjsdfklj
SilEllerine sağlık 🥰🥰
YanıtlaSil