MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 138. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


Bir elinde Talon'un dizginlerini tutarak Elliot'la konuşuyordu. Tam onlara doğru bir adım atmak üzereyken arkasından Ruth'un telaşlı sesi geldi.

“Leydi Calypse! Yaralılar tedavi edilmeli. Çabuk bana yardım etmeye gelin!”

Max, Ruth'un sesine doğru başını çevirdi. Hafifçe doğruldu ve sonra askerlerin bedenlerinin molozların altında cesetler gibi yere yayıldığını görünce hızla onlara doğru koştu. Sıhhiyeciler, vücutlarının üstündeki molozları kaldırmak için acele ettiler ve yaralıları üstüne yatırmak için yere hasır serdiler.

Max huzursuz bir bakışla etrafına bakınıp yaralıları saydı, sonra yaralı bir askerin bacağına baskı uygularken ter içinde kalan Ruth'a doğru yaklaştı. Görünüşe bakılırsa asker kıvranmayı bırakmadığı için kemikleri tekrar bir araya getirmekte zorlanıyordu. Daha fazla hareket etmesini engellemek için askerin vücudunun üst kısmını aşağı doğru sıkıca bastırdı. Daha sonra Ruth, bacaklarını hizaladı ve hızla bir iyileştirme büyüsü yaptı.

“Öncelikle çok kanaması olan hastaları tedavi etmeliyiz. Acele etmezsek aşırı kanamadan ölebilirler…”

Alçak sesle konuşan büyücü birden ağzını kapattı. Max ancak o zaman canavar kanıyla kaplı olduğunu hatırladı, gözlerinin fal taşı gibi açıldığını görünce kıyafetinin koluyla hızla yüzünü ovuşturdu. Sanki kan çoktan kurumuş ve sertleşmiş gibi, yüzünden siyah kırıntılara benzer bir şeyler düştü.

Ruth içini çekip bir matara su çıkardı ve bir havluyu ıslattı. Sonra ona doğru eğilip sert bir şekilde tersledi.

“Bununla temizlenin. Lord Calypse sizi böyle görürse kalp krizi geçirebilir."

“T-teşekkür ederim.”

Max ıslak havluyla yüzünü ovuşturduktan sonra ona geri verdi. Ruth nemli havluya dehşetle baktı, sonra onu yere fırlattı ve sertçe ona baktı.

“Nasıl oldu da bir dövüşe dahil oldunuz ve bu kadar kısa sürede bu hale geldiniz?”

“Arama büyüsüyle büyücüyü bulmaya çalışıyordum. Fakat…”

"Canavarları tek başınıza kovalamadınız, değil mi?" Ruth şaşkınlıkla bağırdı.

Max kaşlarını çattı.

“A-aptal olduğumu mu düşünüyorsun? Böyle pervasızca bir şey yapmam! Büyücünün yerini tespit ettikten sonra, Riftan'a haber vermeyi düşündüm. Ancak büyü akışının arka birimin içinden başladığını fark ettim... Bir yerlere büyülü bir formül yerleştirmiş olmalılar diye düşündüm…”

“Bekleyin, bekleyin.” Ruth ciddi bir ifadeyle onun sözünü kesti. “Detayları hastaları tedavi ettikten sonra konuşuruz. Hafife alınmayacak bir şey gibi görünüyor.”

Max sert bir yüzle başını salladı ve çok geçmeden yaralılarla ilgilenmeye koyuldu. Canavarlar bastırılıp artık bir savunma duvarı inşa etmeye gerek kalmadığında, diğer büyücüler yaralıların bakımına büyük ölçüde yardım etmeye başladı.

Durum bir dereceye kadar çözüldüğünde, uzun süredir eğik halde olan Ruth sırtını doğrulttu ve alnındaki teri silerek konuştu.

“Neyse ki, çok fazla hasar yok gibi görünüyor.”

İkisinin de büyü gücü neredeyse tükenmişti, bu yüzden küçük yaraları olanların doğrudan tedavi edilmesi gerekiyordu. Max, on altı yaşlarında olması gereken genç bir askerin yanağındaki yarayı dikerken kaşlarını çattı. Yalnızca arka birimde bir düzineden fazla insan ölmüş ve otuzdan fazla asker ciddi biçimde yaralanmıştı. Neredeyse hasar görmediklerinin hiçbir şekilde söylenemeyeceğini düşündü.

“Korumasız bir şekilde pusuya düşürüldük, bu yüzden sonucun o kadar da kötü olmadığı sonucuna varabiliriz.” Ruth onun sertleşmiş yüzünü görerek acı bir gülümsemeyle ekledi.

Max hüzünlü bir ifadeyle ipliği kesti, ardından güçlü alkole batırılmış bir mendille çocuğun yaralarını temizleyip acıyan bir ifadeyle konuştu.

"Şu anda çok fazla büyü gücüm yok, bu yüzden seni ancak böyle iyileştirebilirim. Belki… bu yüzünde bir yara izi bırakabilir.”

“Bu gerçekten harika olurdu!”

Yaralarının acısından dolayı yüzünü buruşturan çocuk cesurca haykırdı.

“Memleketime döndüğümde Leydi Calypse’in diktiği yaralarımla övünebileceğim.”

Çocuğun inanılmaz cevabı karşısında Max'in gözleri titredi, ona nazikçe gülümsedi ve sandalyesinden kalktı. Hepsi o kadar yorgundu ki konuşamıyorlardı bile ama yine de iradelerini kaybetmişe benzemiyorlardı.

Tedarikçi askerlere, bira ve ekmek çıkarıp yorgun askerlere dağıtmalarını emretti, ardından durumu görmek için tekrar tepeye çıktı. O sırada, savaşın sona erdiğini ilan eden bir borunun kükreyen sesi duyuldu.

“Görünüşe göre boyun eğdirme bitti. Şimdi birlikleri Darund'a hareket ettirmeliyiz.”

Aniden arkasından gelen Ruth, sanki acı çekiyormuş gibi sırtını ovuşturdu. Max, askerlerle çevrili harap olmuş küçük kaleye bakarak başını salladı.

Tüm canavarlar geri çekildiğinde, kalenin içinde hapsolanlar, Müttefik Kuvvetleri karşılamak için demir kenarlı kapıları ardına kadar açtılar. Sonunda, ilk savaş sona erdi. 

Lordun karısı, seksen kadar vatandaş ve yaşlı bir bölge rahibi kalenin içinden tahliye edildi. Darund'un lordu, adamlarıyla birlikte hortlakların saldırısına karşı cesurca savaşırken öldürülmüştü ve şimdi şehrin yönetimini Darund'un genç leydisi devralmıştı.

Onurlu bir tavırla, müttefik komutanlara uyumaları için bir oda verdi ve hayatta kalan vatandaşlara şehrin her yerine yığılmış cesetleri toplamalarını emretti. Bu sırada askerler kalenin çevresine kışlalar kurarak kamp yapmaya hazırlandılar. Darund küçük bir kale olduğu için binlerce askere kalacak yer temin edilemezdi.

Max, gelip giden meşgul askerleri izledi, ardından yaralıların durumunu kontrol etmek için yıkılmış bir duvarın olduğu şapele gitti. Orada her kamptan yaralılar toplanıp geçici bir tıp merkezi kurulmuştu.

Max lambayı aldı ve karanlık şapelin etrafına baktı. Orada yaklaşık altmış yaralı asker barındırılıyordu. Hızlı ilk yardım sayesinde kimsenin durumu ciddi değildi, ancak sağlıklı görünen insanların ertesi gün aniden ölmesi yaygındı, bu yüzden gardlarını indiremezlerdi.

“İşte buradasınız.”

Kafasına topuzla vurulan gencin durumuna dikkatlice bakarken arkasından tanıdık bir ses geldi. Max başını çevirdi. Elliot ona sakin gözlerle baktı.

“Leydi Darund, Büyük Salon'da akşam yemeğini hazırladı. Lütfen gidin.”

“Sorun değil, burada yiyeceğim…”

“Lord Calypse, leydime oraya kadar eşlik etmemi emretti.” Elliot kararlı bir şekilde onun sözünü kesti.

Max şövalyenin ciddi yüzüne bakıp içini çekti ve ayağa kalktı. Binadan dışarı çıkar çıkmaz, karanlık gökyüzü görüşünü doldurdu. Meşale taşıyan askerlerin arasından hızla geçti ve ara sıra yüzüne düşen kar tanelerini silkeledi. Kale avlusu, geç akşam yemeğinin tadını çıkaran askerlerle doluydu.

Max, yemek yiyenlerin mangalın yanında toplanmasını izledi, sonra avluyu geçip ahşap basamakları tırmandı. Bir süre sonra, mum ışığıyla parlak bir şekilde aydınlatılan rahat bir salon göründü.

Kemerli kapı girişinde durdu ve salonun ortasındaki uzun masaya baktı. Riftan, solunda Uslin ve Hebaron ile şöminenin bulunduğu üst koltukta oturuyordu. Onların karşısında Richt Bleston ve yardımcısı, kalan koltuklarda da Kuahel Leon ve yardımcısı gibi görünen genç bir şövalye oturuyordu.

Max arkasını dönüp gitme ihtiyacı hissetti. Salon, duvarın bir tarafında bulunan şömineden yayılan ılık sıcaklıkla birlikte yağlı yemek ve şarap kokusuyla doluydu, ancak masanın etrafındaki gerilim o kadar güçlüydü ki, içlerinden birinin bıçaklamasıyla sonuçlanması garip olmazdı. Yiyecekleri boğazından aşağı itebileceğini hissetmiyordu.

“Size eşlik edeceğim.”

İçinde neler olup bittiğinden habersiz Elliot, ona nazikçe gülümsedi ve onu Riftan'ın yanındaki koltuğa götürdü. Riftan kendisine en yakın olan sandalyeyi çekip dikkatle baktı.

“Yorgun görünüyorsun.”

“Z-zor bir gündü.”

Max rahatsız bir gülümsemeyle yerine oturdu. Riftan, gümüş bir kadehe şarap doldururken sordu.

“Hortlaklara büyülü güç sağlayan büyülü bir formül bulup yok ettiğini duydum. Yaralı mısın?”

Max, Kuahel Leon'un ifadesiz yüzüne baktı. Neyse ki, hikayenin tehlikede olduğu kısmını anlatmamış gibi görünüyordu. Başını salladı.

“Tek bir saçımı bile incitmedim. Bundan söz etmişken... Ordunun içinde gizlenmiş bir canavar olduğunu duydunuz mu? Pamela Platosu'ndaki canavarlar büyüyle görünüşlerini değiştirebilirler. Daha fazla saklanma olabilir, bu yüzden askerlerin kimlikleri dikkatlice doğrulanmalı…”

“Zaten kontrol ediyoruz.” Kuahel kayıtsız bir tonda konuştu. Buz gibi gözleri, küstahlık yayan bir halde oturan Richt Bleston'a doğru kaydı. “Özellikle kuzeylilerin kimliklerinin çok kapsamlı bir şekilde doğrulanması emrini verdik, böylece bugün olanların bir daha yaşanmasını önleyeceğiz.”

“Bununla ne demek istiyorsun?”

Çıplak elleriyle büyük bir parça et tutarak çiğneyen adam, hain bir gülümsemeyle homurdandı.

“Problem ordumdan mı kaynaklanıyor demek istiyorsun?”

“Canavar, bir Balto askeri gibi kılık değiştirmişti.” Kuahel kuru bir şekilde yanıt verdi. “Ordunuzu gerektiği gibi yönetmiş olsaydınız, bunlar olmazdı.”

“Ne demek istediğini anlayamıyorum.” Kuzeyli, et parçasını bıraktı, ellerini bir peçeteye sildi ve alaycı bir şekilde konuştu. “Cidden bir suçlu bulmak istiyor musun? Her şeyden önce, Büyük Osiria Tapınağı’ndaki ejderha mana taşını kaybetmemiş olsalardı bu olmayacaktı. Tüm kıtayı alt üst eden sizler ve protestan mezhebinin rahipleridir. Kim kimi sorgulamalı bilmiyorum.”

“Balto, konseyin Secto’nun boyun eğdirilmesine yönelik takviye gönderme talebini reddetti. Ejderha mana taşının kaybını protesto etme hakkınız olduğunu düşünüyor musunuz?”

Kuahel'in ağzının kenarı küçümsemeyle kıvrıldı.

“Beni ve kilise camiasını suçlamadan önce kendinize Balto'nun en azından bir kere güney bölgesi için savaşıp savaşmadığını sormalısınız.”

“Bu kadar yeter.”

Riftan, gitgide tehlikeli bir hal alan tartışmayı durdurdu.

“Kavga etmek ya da tartışmak için burada değiliz. Daha ihtiyatlı olup birbirlerinizi suçlamayı bırakmalısınız.”

“Eğer başkomutan emrederse çenemi kapatacağım.” dedi Richt Bleston alaycı bir şekilde. Riftan ona soğuk bir bakış attı.

“Leon'un tarafını tutmaya niyetim yok ama Balto'nun askerlerinin çoğunun kimliği bilinmeyen acemi askerler olduğu inkar edilemez. Coğrafi açıdan, Pamela Platosu'na yakın, bu yüzden canavarlar sızdıysa, Balto'nun ordusunda olma ihtimalleri yüksek. Her birinizin birliklerinin rahipler tarafından teftiş edilmesi gerekecek.”

“Böyle bir ayrımcılık kabul edilemez.”

Richt Bleston öne eğildi ve tehditkar bir şekilde masaya vurdu.

“Buraya Yedi Krallık'ı tehdit eden canavarlara karşı savaşmaya geldik. Bize şerefsizce davranırsanız, sessiz kalmayacağız. Tüm birimlere eşit şekilde uygulanmadığı sürece hiçbir denetimi kabul etmeyeceğiz.”

“Elbette tüm askerler sırayla kontrol edilecek.”

Riftan duygusuz bir sesle konuştu. Keskin bakışları bu sefer Kuahel Leon'a doğru kaydı.

“Ve bundan sonra istediğin gibi emir veremezsin. Artık Müttefik Kuvvetlerin Başkomutanıyım. Aniden ortaya çıkıp askerlerime sağa sola emir veremezsin.”

“Konsey seni komutan olarak atadıysa, bu kararı sorgulamaya niyetim yok." Kuahel tekdüze bir sesle cevap verdi. “Şimdilik tek amacım ejderha mana taşını güvenli bir şekilde geri almak.”

“Mana taşını güvenli bir şekilde geri almayı başarsak bile, onu Büyük Tapınak’ta tutmanın doğru olup olmadığını bilmiyorum. Mevcut mezhebin beceriksizliği tüm dünyaya ifşa edildi.”

Richt Bleston küstah sözlerle yeniden saldırınca başka bir hayvani tartışma doğdu. Max kaşığını bıraktı ve iştahını kaybetti. ‘Midemi köhne bir kışlada kuru ekmek ve hafif yulaf lapası ile doldursaydım daha iyi olurdu diye düşünüyorum.’

Çevirmen: Sabahat <3

SONRAKİ BÖLÜM

Yorumlar

  1. 'Midemi köhne bir kışlada kuru ekmek ve hafif yulaf lapası ile doldursaydım daha iyi olurdu diye düşünüyorum.’ Babamın tuhaf akrabalarıyla buluştuğumuz bayram sofralarında içimden geçen.

    YanıtlaSil
  2. Ahh maxi hep böyle aktif ol kızım başarılarını okumak istiyorum artık

    YanıtlaSil
  3. Kaç gündür ikişer üçer bölüm atan çevirmenlerimize çok teşekkür ederim ❤️

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler sabahat

    YanıtlaSil
  5. Bu savaş meselesi iyice ağzımızın tadını kaçırmaya başladı

    YanıtlaSil
  6. Ellerine sağlık 🥰🥰

    YanıtlaSil
  7. ben riftanın yerinde olsaydım maxi ile övünürdüm

    YanıtlaSil
  8. ellerine sağlık sabahaat 🥰

    YanıtlaSil
  9. Bu arada Riftan gerçek olsaydı
    rege jean page ‘ e benzemez miydi ? aayy ben hayalimdekiyle çok benzettim 🤭🤭

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ay hayır ya hiç sanmıyorum 🤣 Bence Riftanın dar ve keskin bi burnu ve keskin çene hatları var, weptoon daki hali mükemmel bence. Yazdığın adamın ten rengi dışında hiç bir şeyi uymuyor gibi geldi bana 😅

      Sil
  10. Riftan’ın komutan halleri çok hot değil mi ya

    YanıtlaSil

Yorum Gönder