MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 99. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


Gün doğarken bütün gece nöbet tutan askerler dinlenmek için birer birer kışlaya girdiler. Ve sadece üç-dört saat uyuyabilen askerler mızrak ve kalkanlarını kuşanıp tepeye çıktılar.

Max, yeni kurulan revir çadırının önünde durdu ve birliklerin, komutanlarının talimatları doğrultusunda hareket etmesini izledi. Arex'in piyadeleri neredeyse yok edildiğinden, Balto'nun bazı birlikleri açığı kapatmak için merkeze doğru ilerliyordu.

Phil Aaron Şövalyeleri’nin koyu yeşil bayrağının rüzgarda çırpınmasını izledi, sonra hastalara bakmak için revire geri döndü. Ritch Bleston ile yaptığı tatsız konuşma, bütün gün moralinin bozulmasına neden oldu.

Mangaldaki tencereyi karıştırırken, adamın uğursuz kehanetini düşündü. Richt'in dediği gibi, yedi krallığın ortak düşmanı canavarlarsa, yok edildiklerinde onları birleştiren barış anlaşması da sona erecekti.

Barış anlaşması bozulur bozulmaz Whedon ve Drystan sınırında savaş çıkacak, ayrıca Loviden kıtasında isyanlar başlayacaktı. Yeni atanan papa, mevcut düzeni tıpkı Richt Bleston gibi hırslı insanlardan koruyabilecek miydi?

Derin düşüncelere dalmışken biri omzuna sertçe vurdu. Max başını çevirince, kaşlarını çatmış ona bakan Annette’i gördü.

“Ne düşünüyorsun böyle? İlaç yanmış!”

Max gözlerini kırpıştırdı ve aceleyle şişedeki suyu tencereye boşalttı. Annette manzara karşısında iç çekip söylendi.

“Yorgunsan git dinlen. Dikkatin bu kadar dağılmışken kışlayı ateşe verme.”

Max kederli bir şekilde bir kepçeyle tencerenin kenarındaki otları kazırken, "B-ben özür dilerim. Daha dikkatli olacağım." diye mırıldandı.

Birden kendine kızdı. ‘Richt Bleston'ın tahmini gerçek olsa bile, uzak geleceği ilgilendiren bir şeydi. Daha burnumun dibindeki sorunlarla bile baş edemezken neden bu tür şeyler için endişeleniyorum?’

Kafasındaki her türlü karmaşık düşünceyi dağıtarak hastalarla ilgilenmeye odaklandı. Dünkü aptalca saldırı ile yüzlerce yaralı asker yaralanmıştı, bu yüzden işi bitmiyordu.

Şifalı bitkilerle kaynatılan reaktifler uygun konsantrasyona ulaştığında, Max tencereyi yere indirdi ve askerleri kışlaya çağırdı. Ateşi olanlara ilaçlarını azar azar almaları talimatını verdi ve ardından kan ve akıntıyla lekelenen sargılarını değiştirmeye başladı. Mümkün olsa herkese şifa büyüsü yapmak isterdi, ama aslında imkansızdı, bu yüzden doğrudan şifa tekniklerine başvurmaktan başka seçeneği yoktu. Yaraları temizleme işlemini mekanik hareketlerle tekrarladı ve ardından yeni, temiz bir bandajla sardı. Sonra aniden dışarının garip bir şekilde gürültülü olduğunu fark etti.

Yüzü karardı. Neler olduğunu merak ederken, omurgasından aşağı bir ürperti indiğini hissetti. Kontrol etmeye bile korkuyordu.

Bir süre tereddüt eden Max, isteksizce kışladan ayrıldı. Ardından cepheyi dolduran binlerce askerin, birliğin sağında ve solunda sıralanmış görüntüsü gözlerine çarptı.

Gözlerini kıstı. Manzara her zamankinden çok farklı olmasa da garip bir uyumsuzluk hissi vardı. Askerlerin gergin yüzlerine bakarken, başlarının üzerinde yükselen siyah dumanı fark ederek kaşlarını çattı. Burnuna yanan odun kokusundan farklı, çok güçlü bir koku geldi.

‘Canavarlar mı saldırdı?’ Sonra duyduğu kokunun bir canavarın bedeninin yandığı zamankine benzer olduğunu hatırladı. Armin, birliğin sağ tarafına sıralanmış mancınıkların yanında duruyordu. Koşarak yanına gitti.

"N-ne oluyor?"

“Ben de bilmiyorum.” Şaşkın gözlerle ona baktı. “Sanırım bir kaza oldu. Paladinlerin komutanı ve o korkunç kuzeyli uzun süre tartıştı ve ardından toplanma emri verildi. Görünüşe göre topyekün bir savaş başlayacak.”

"T-topyekün bir savaş mı?" Sözlerini bir papağan gibi tekrarladı ve kocaman açılmış gözlerle ileriye baktı.

Bütün bu süre boyunca canavarlar gündüzleri kalelerinde kilitli kalmışlardı ve güneş battığında dışarı çıkıp saldırıyorlardı. ‘O canavarları kalelerinden nasıl çıkarmayı planlıyorlar?’

Birden kalbinin endişeyle çarptığını hissetti. Richt Bleston, tepede dizilmiş askerlerle birlikte şehrin kapısına bakıyor, bir şey bekliyordu.

Sahneyi dikkatle izleyen Max, bir şey ilgisini çekmiş gibi askerlerin arasında ilerledi. Arkadan birinin ona seslendiğini duydu ama bacakları serbestçe hareket etmeye başlamıştı ve durmadı.

Hemen, tepenin diğer tarafında ön sırada dizilmiş atlıların arasında durdu. Tarlada titreşen alevleri görünce keskin bir nefes aldı. Yüzlerce ceset donmuş zemine yığılmıştı. Alevlere ve üzerlerinden yükselen siyah dumana baktı. Max kusmamak için ağzını kapattı.

Böyle korkunç şeylerin bir daha olmayacağını düşünmüştü ama yanılmıştı. Gözlerinin önünde gerçekleşen vahşeti durdurmak için ileri koştu.

Sonra biri hızla omzunu tuttu ve Max arkasını dönüp başını kaldırdığında, Kuahel Leon’u ona sert bir ifadeyle bakarken buldu. "Hemen geriye dön."

“B-bunu neden yapıyorsunuz?”

Max onun sözlerini duymazdan geldi ve titreyen bir sesle sordu. Rahip cevap vermeden kolunu kavradı ve saflara doğru yürümeye başladı. Max kolunu ondan şiddetle çekti.

"S-siz bir rahipsiniz! Bunun olmasına nasıl izin verirsiniz? Tüm cesetleri arındırmanın zor olduğunun farkındayım ama onları geri getirmek için mümkün olan her şeyi yapmalısınız! Askerlere nasıl böyle davranırsınız...!?”

"Ölüler sadece ölüdür."

Max, başını aniden gelen sesin olduğu yöne çevirdi. Richt Bleston gri-mavi bir atın üzerine oturmuş şarap içiyordu. Şişenin kapağını geri kapattı ve kibirli bir şekilde konuşmaya devam etti.

“Rahiplerin becerilerini artık boşa harcayamayız. Bedenleri olduğu gibi bırakılırsa, ya gulyabaniye dönüşürler ya da canavarlar için yiyecek olurlar. Böylesi bizim için daha iyi.”

Max ne diyeceğini bilemeyerek ona boş boş baktı. Alevlerin yansıdığı yüzü, sanki koyu demirden bir maske takıyormuş gibi ürpertici görünüyordu. Parlak kırmızı gözleriyle ekledi.

"Canavarlar için en iştah açıcı şey insandır, kocanız da öyle söylemedi mi? Buna göre, onlar için bundan tahrik edici bir şey olamazdı.” 

Tam zamanında, kuvvetli bir rüzgar esti ve her yere keskin bir koku yayıldı. Max midesinin bulandığını hissedince bir adım geri attı. Cesetler artık kömür gibi yanıyordu.

Orada durmuş sahneyi tamamen solgun bir yüzle izlerken yanına gelen Yurixion, kararlı bir sesle konuştu.

"Hanımefendi, hemen arkaya geçin. Yakında savaş başlayacak.”

Max onun bakışlarını takip edince, sıkıca kapanan kapının yavaşça yükselmeye başladığını gördü. Richt Bleston muzaffer bir gülümsemeyle kılıcını çekti, Kuahel Leon hemen atına oturdu ve askerlere savaşın başladığını işaret etti.

Sonunda canavarlar şehir kapısından dışarı akmaya başladı. Yurixion kılıcını kınından çıkardı ve sertçe konuştu.

“Gidelim!”

Korkudan felç olan Max, çok geçmeden döndü ve tepeden aşağı koşmaya başladı. Aynı zamanda, askerler bağırıp düşmanlara doğru koştu. Arkasına bakma dürtüsüne direnerek doğruca revir kışlasına koştu.

“S-saldırı başladı! Hemen savunma duvarlarınızı kaldırın!”

Konuşmasını bitirir bitirmez büyücüler hemen belirlenen yere gittiler. Onlar arka destek biriminin önüne ikili bariyer kurarken, askerler ellerinde yay ve mızraklarla duvarın üzerinde pozisyon aldılar. Düşmanın arka birime ulaşması durumunda saldırmaya hazırlanıyorlardı.

Max, askerleri takip etti ve merdivenden toprak duvarın üzerine tırmandı. Binlerce trol ve on altı binden fazla asker savaşıyordu. Vücudunu ürpertici bir korku kapladı.

Yeşil devler ne zaman bir demir gürz kullansa, iki ya da üç asker düşüyordu, müttefik kuvvetlerin safları hemen yıkıldı. Sanki bir boğa sürüsü onları çiğniyor gibiydi. Bu korkunç manzara karşısında, askerlerin savaşa devam etme istekleri paramparça olmuş gibiydi.

Merkez birim vurulmaya devam ederken trol ordusu müttefik kampının ortasına çoktan girmişti.
Max nefes bile alamıyordu. Canavarlar savunma duvarını kırıp, tam o anda içeri girecek gibiydi. Düşmanlar çok güçlü, müttefikler ise çok çaresiz görünüyordu.

Riftan'ı bir daha asla görememe korkusuyla sarsıldı. 

Bir süre sonra durumlarının olumsuz olmadığını anladı. Merkez birim geri çekilmiş ve soldaki ve sağdaki askerler ilerleyerek düşmanların etrafında bir daire oluşturmuştu.

Hayal görmüyordu, resim hızla değişmişti. Müttefik kuvvetler canavarları merkeze doğru itti ve bir saldırı başlattı.

Trol ordusunun sağına ve soluna mancınıklar yerleştirilip taşlar atıldığında iblisler dağıldı. Böylece askerler aşağı atladı ve vahşi bir kıyımla onlara saldırdı.

Canavarların kaçmasına bile izin vermeyip, onlara acımasızca saldırdılar. Sahneye şaşkınlıkla bakarken aniden başlarının üzerine koyu bir gölge düştü.

Omurgasından aşağı bir soğukluk indiğini hissetti ve yavaşça başını kaldırdı. Düzinelerce wyvern gri gökyüzünü kaplamıştı. Max, taşıdıkları kayaları görünce hemen bir savunma duvarı ördü ve aynı andan gökten kayalar uçmaya başladı.

Kalkanını genişletmek için acele etti, ama çok geçti. Korkunç bir hızla düşen bir kaya, toprak duvarın yarısını paramparça etti ve arkasında bulunan birkaç çadır kısa sürede parçalandı. Olabildiğince yüksek sesle bağırdı.

“H-herkes kalkanın altında toplansın!”

Ama sesi savaşın gürültüsü tarafından tamamen boğulmuştu. İnsanlar dağın bir ucundan diğerine kaçmakla meşguldü, bazılarının kafasına uçan kayalar çarptı ve yere yığıldılar. Çaresizlik içinde, devasa kayaların kampın üzerine durmadan yapmasını izledi.

Sonra ona doğru süzülen bir wyvern gördü ve gözlerini sıkıca kapattı. Görünüşe göre kalan büyü gücüyle saldırıyı durduramayacaktı.

Şiddetli bir rüzgar başının üzerinde esti ve keskin bir ses kulak zarını deldi. Zaman bir an durmuş gibiydi.

Toprak duvara yaslanmış, ağır saldırının ona çarpmasını bekleyen Max, rüzgarın sesinin azaldığını hissedince yavaşça gözlerini açtı. Ardından, havaya yükselirken bir trolü tutan wyvern görüntüsünü görüşünü doldurdu.

Yorumlar

  1. Ayy riftan geliyo diğer bölüm çevirmenciğim biliyoruz çok meşgulsün ama nolur yap bi güzellik diğer bölümüde yayınla lütfenn

    YanıtlaSil
  2. Hayır ya burada bitemez lütfen bir bölüm daha lütfen lütfen lütfeeennn

    YanıtlaSil
  3. Ellerine sağlık 🥰🥰

    YanıtlaSil
  4. Aha Ruth büyüyü çözdü wyvern saf degistirdi yeey Riftaaan is coming

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Wyvern önce Richt’i yakalayip yutsaydi keske 😀

      Sil
    2. Ruth mu kurtarfı maxiyi yani

      Sil
    3. Oha bir dakika sen söyleyince bir daha okudum ohaaaaaaaaaaaaaaaa ejderiyalarimiz var artık

      Sil
    4. Evet canavarlar büyüyle kontrol ediyordu wyvernleri, Ruth da Ben’in yerine Riftan ile beraber gitti büyüyü çözmek icin görüyoruz ki çözmüs wyvern Max yerine trole saldirdi 🤟

      Sil
    5. Ruth seni seviyorummmm

      Sil
  5. Çok heycanli bir bölümdü eline saglik cevirmenimiz 😍

    YanıtlaSil
  6. Riftan ve ruth gümbür gümbür geliyor 😍😍😍😍

    YanıtlaSil
  7. Serjour nerede sehre gidecegiz diye gittiler saklana saklana savas bitirdiler :D Savas cilesini en cok Max cekti bide biz asddf

    YanıtlaSil
  8. Soluksuz okudum resmen çok heyecanlıydı Riftan'ımın gelişi yakin gibi hissettiriyor 🙃

    YanıtlaSil
  9. Ruth kesin büyü yaptı ve riftan wyvernleri yönetmeye başladı, oh be. Bide seni görebilseydi riftannnn

    YanıtlaSil
  10. Canavarlara turan taktiği şoku chdscghds Hadi sıkın dişinizi sonraki bölüm sonunda kavuştay var tililili S.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haha aynen okurken atalarımızı da andım, fruhları şad olsun

      Sil
  11. Ya nolur yeni bölüm nolurrr nolurrr

    YanıtlaSil
  12. Maxi: Kocamı bi çekip çıkarsaydım şuradan

    YanıtlaSil
  13. Yiğitlerim benım gelin artık

    YanıtlaSil
  14. Aboooov cok guzel yerinde kaldi, geliyordu gonlumun efendisiiii tey tey tey!

    YanıtlaSil
  15. Yeni bölüm yok mu🥲 Yoksa Iki bölüm birden mi geliyooor

    YanıtlaSil
  16. Riftanım da riftanım diye diye getirttik sonunda, hrm de ne heybetli bir geliş

    YanıtlaSil
  17. oha OHA YOKSA O WYVERNLERİ KONTROL ALTINA MI ALDILAR, ÜZERLERINE MI BINDILER NAPTILAR AAAAA

    YanıtlaSil

Yorum Gönder