MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 97. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


“Bu kadar pervasızca bir saldırı yaparsak, hasar onarılamaz olabilir. Risk şu anda çok yüksek.”

“Öyle olsa bile, bu şekilde zaman kaybetmemeliyiz.” Adolf yumruğunu masaya vurarak öfkesini açığa çıkardı. “Yiyecekler hızla tükeniyor. Atları beslemek için yeterli yem bile yok. Böyle devam edersek ya bu çorak topraklarda açlıktan öleceğiz ya da hiçbir sonuç alamadan geri çekilmek zorunda kalacağız!”

Agnes, kızgınlığını bastırmaya çalışıyormuş gibi görünen bir ses tonuyla, "Birkaç hafta daha dayanabiliriz." dedi. “Sir Leon'un dediği gibi plansız hareket edersek ağır hasarlar alan tarafa sadece müttefik kuvvetler olur. Düşmanlar güçlü duvarlarla korunurken, askerlerimiz açıkta ve savunmasız! Buna bir çare bulamazsak... !”

"Bu sorunu çözmenin bir yolu yok. Duvarları veya kapıları aniden çökmediği sürece çok daha avantajlı bir konumda oldukları gerçeği değişmeyecek.” 

Richt Bleston alaycı bir şekilde güldü ve yüksek sesle bağırdı. "Savaşta tüm gücümüzü kullanıp en iyisini ummak daha iyidir! Zamanla yorulan sadece düşmanlar değil!”

Kışlada bir süre sessizlik oldu. Dediği gibi, müttefik askerler çabuk yoruluyordu. Geçilmez bir kale karşısında, olumsuz hava koşullarında, düşmanca ortamlarda, tekrarlanan gece baskınlarında ve sürpriz saldırılarda kim iradesini kaybetmez ki?

Richt hemen ekledi.

“Hemen Volose Şövalyeleri ile iletişime geçin. Askerler hala savaşma iradesine sahipken bir karar vermeliyiz.”

Kuahel Leon düşünceli bir yüzle, çenesini kenetlenmiş parmaklarına dayadı ve sonunda konuştu.

"Aceleci bir karar vermenin zamanı değil. Hâlâ zamanımız var, o yüzden birkaç gün daha durumu gözlemleyelim.”

Sonra ayağa kalktı ve daha fazla tartışmaya niyeti yokmuş gibi kışladan ayrıldı. Richt ve Adolf mutsuz görünüyorlardı, ama inatla itiraz edemeye devam edemediler ve onun peşinden kışlayı terk ettiler.

Max, hastalarla ilgilenmek için hemen revire döndü. Bir gün daha geçmiş ve yeni bir güneş doğuyordu. Şöminenin yanına uzandıp dinlenmek için gözlerini kapadı. Bir süre sonra içeri giren güneş ışığının göz kapaklarını deldiğini hissederek uyandı. Gece dinlenmeye çekilen büyücüler sırayla revire girdiler.

Max yorgunluktan hâlâ kütük gibi olan vücudunu kaldırdığı sırada yandan bir inilti duyuldu. Uykunun bir anda vücudundan uzaklaştığını hissetti ve başını sese doğru çevirdi. Yatakta bir ceset gibi yatan Garrow, bir eliyle başını tutuyordu.

“Ga-Garrow! Uyanık mısın?” Aceleyle yanına gidip diz çöktü.

Garrow, korkunç bir baş ağrısı çeken biri gibi şakaklarına sertçe bastırdı, yüzünü buruşturdu ve göz kapaklarını zar zor kaldırdı.

Kalbinin sıkıştığını hissetti. Sanki net göremiyormuş gibi bir gözü odaklanmamıştı. Şaşkın bir yüzle onu izleyen Max, Garrow'un kurumuş dudaklarını şapırdattığını görünce hızla çaydanlığı alıp bir bardağa su doldurdu. Suyu aceleyle ağzına götürürken Garrow boğuk bir sesle mırıldandı. “Kafamda bir delik var gibi hissediyorum. Hiç bu kadar korkunç bir baş ağrısı çekmemiştim.”

Max rahat bir nefes aldı. Neyse ki, herhangi bir beyin hasarı geçirmemiş gibi görünüyordu.

“Ciddi bir kafa travmasıyla revire geldin. Bayılmadan önce olanları hatırlıyor musun?”

Kaşlarını çattı ve mırıldandı.

“Tepede canavarlarla savaştığımı hatırlıyorum. Ancak... o zamandan beri...”

Hala kafası karışık gibiydi. Max, yoldan geçen bir askerden bir kâse arpa lapası istedi ve ona bir bardak daha su doldurdu. Garrow ağırlığını bir dirseğine verip aceleyle Max’in ona döktüğü su bardağına uzandı. Sonra kısılmış gözlerle kışlanın içine baktı ve sordu.

"Ne kadar süredir baygındım?"

"N-neredeyse... beş gün." diye yanıtladı tereddütle. Zamanın geçişini kontrol edecek cesareti bile yoktu, bu yüzden emin değildi.

Garrow derin bir nefes verdi ve bir eliyle yüzünü ovuşturdu.

 “…Yani uzun zamandır yatıyorum.”

"Biraz daha yatmalısın. Tamamen iyileşmen için... birkaç gün daha dinlenmen gerekiyor.”

“İyiyim. Kalkmalıyım...”

Ayağa kalkmaya çalışırken, sanki başı ağrıyormuş gibi alnını tutarak hemen yatağa çöktü. Max hızla ona iyileştirme büyüsü yaptı. Direnmeyi bırakınca gergin omuzları gevşedi.

“Görünüşe göre leydimin sözlerine itaat etmem gerekecek.” diye mırıldandı acı acı. 

"Tabii ki."

Onunla mümkün olduğu kadar katı bir şekilde konuştu ve askerlerden Garrow'un uyandığını Remdragon Şövalyelerine bildirmelerini istedi. Askerlerden biri başıyla selam verdi ve revirden ayrıldı. Garrow, ona dikkatle bakarak sordu. "Sağ gözüm iyileşmeyecek mi?"

Max başını sallayıp bir eliyle sağ gözüne dokundu. ‘Tahmin ettiğim gibi, gözünde anormallikler oluştu.’ Boğazında bir yumru hissetti ve kendini konuşmaya zorladı.

“Bazen… iyileştiği durumlar mevcut. A-ama... bunun olma ihtimali çok düşük. K-kalıcı hasarlar… büyüyle iyileştirilemez..." Sözlerini bitiremeden konuşmayı kesti.

Garrow, sanki bunu bekliyormuş gibi sakince başını salladı.

“…Anladım.”

Max onu teselli etmek için ne söyleyeceğini bilemedi. Dudakları titremeye başlayınca, Garrow kararlı bir gülümseme takındı.

"Öyle bakmanıza gerek yok. Kafama böyle bir darbe aldıktan sonra sadece bir gözümü kaybettiğim için gerçekten şanslı sayılırım.” 

“…D-dinlen. Gidip biraz ilaç hazırlamam gerekiyor.”

Aceleyle ayağa kalktı, onun önünde zayıf görünmek istemediği için sakin görünmeye çalışıyordu. Tam zamanında, Yurixion kışlaya girdi ve Max revirden sessizce ayrıldı.

Öğle saatlerinde müttefik kuvvetler yeniden kuşatmaya başladılar. Sağır edici seslerin arasında birkaç saat zar zor uyudu ve mancınığı devralma sırası gelince gitmek için asker yığınlarının arasından ilerledi. Yüksek taş duvarın tepesindeki askerlere katılmak için duvarın kenarında duran merdivene doğru yürüdü ve dikkatlice tırmandı.

Daha sonra mancınığın yanında duran Armin'e doğru yürüdü.

"A-Armin, şimdi sıra bende.”

"Hala iyiyim.”

“Ama sabahtan beri uyumadın.”

Mancınıktaki halatı sıkarak, "Arada bir anlığına gözlerimi kapattım." diye cevapladı dalgın dalgın.
Askerler mandalı çekerken, üç adamın zar zor kaldırabileceği kadar büyük bir taş parabolik olarak duvara doğru uçtu.

Max kulak zarlarına baskı yapan yüksek sesten dolayı kulaklarını kapattı ancak çarpmanın yüksek sesine rağmen duvarda en ufak bir çatlak dahi oluşmamıştı. Umutsuz sahneyi izledi. O anda, duvara doğru ilerleyen dört kuşatma kulesi gördü.

"Bugün... topyekün bir saldırı yapmaya mı karar verdiler?" 

"Öyle bir şey duymadım." Armin de onun kadar şaşkın görünüyordu.

Max, bir araya toplanmış askerlere daha yakından baktı.

Askerler sanki önceden hiçbir şey planlanmamış gibi mırıldanıyorlardı. Bir süre sonra, önden bir borazan sesi yankılandı. Max, bunun ilerlemenin sona ermesi için bir sinyal olduğunu düşünmüştü ancak kuşatma kulesi ilerlemeye devam etti ve ardından Arex'in askerleri geldi.

Dört bin kişilik ordu cepheyi terk ettiğinde, müttefik kuvvetler kaosa sürüklendi. Askerler ne yapacaklarını bilemez halde ortalıkta koşuştururken, her birliğin komutanları şaşkın yüzlerle bağırmaya başladılar. Sonra ön taraftan yüksek sesle bir emir duyuldu.

“Saldırın!”

Max başını kaldırdı. Ares komutanı tepede durmuş ve kılıcını kaldırmıştı. Askerler onu görünce ateşe uçan güveler gibi ilerlediler. Kalenin tepesinden ateş okları yağmaya başlasa da askerler durmadılar ve devam etmek için kırbaçlanan atlar gibi çılgınca hücum ettiler.

Kaosun ortasında, soğukkanlılığını ilk kazanan Osiria’nın komutanı oldu. Kuahel Leon derhal trompetle saldırının durdurulmasını emretti, ama saldırı çoktan başlamıştı. Geri dönüşü olmayan bir durumun zaten gerçekleştiğini fark ederek Arex'in ordusuna yardım etmeye karar verdi.

Bundan başka seçeneği yoktu. Kuşatma silahlarıyla birlikte dört bin askerin kaybı, müttefik kuvvetlerin başını büyük belaya sokacaktı. Kuahel Leon yüksek sesle bağırdı.

"Okçu birliklerini ilerletin! Büyücüler kalkanları kaldırsın ve piyadeler mancınıkları hazırlamak için acele etsin!”

Yeni durum karşısında yarı sersemlemiş olan Max hemen kendine geldi ve arkasına baktı.

"Haydi, taşları fırlatın! Onlara kuşatma kulelerine saldırma şansı veremeyiz!”

Askerler hemen mancınık halatlarını sıkılaştırdı ve taşları hiddetle fırlatmaya başladılar. Kuşatma kuleleri ateş oklarına doğru ilerlerken Max endişeyle izledi. 

Çok geçmeden, kuşatma kulelerinden biri yanan bir kaya tarafından vuruldu ve yana devrildi. Altındaki askerler hızla dağıldı, ancak kaçamayan düzinelerce asker çığlık ata ata ezildi.

Korkunç trajediye rağmen ordu ilerlemeyi bırakmadı. Artık canavarlar doğrudan kuşatma kulelerine saldırıyorlardı. Büyücüler önlerine savunma duvarları ördüler ama alevlerin kulelerin sütunlarına yapışmasını engelleyemediler.

Kulelerden siyah dumanlar yükselip alevler şiddetlenmeye başlayınca kuşatma kulelerindeki askerler hemen dışarı fırladılar. Rüzgar yavaş yavaş bazı kuleleri tepenin yamacından aşağı kaydırdı.
Zincirleme bir hareket gibi, askerler kulelerden kaçınarak ileri geri dağıldılar, ezilmemek için birbirlerini ittiler ve bir anda yaklaşık yüz kişi tepeye dağıldı.

Trajedi bununla da bitmedi. Arex'in onları yakından takip eden atlı birlikleri yön değiştiremeyip diğer birlikle çarpışınca, atlar korkunç kaosta acımasızca onları çiğnedi.

Sahne o kadar saçmaydı ki Max'in dili tutulmuştu. O canavarlar bizi bundan daha olağanüstü bir şekilde yok edemezlerdi.

Yorumlar

  1. Nedense içimden bir ses riftan şu an yavaş yavaş içeriden yok ediyor gibi hissediyorum

    YanıtlaSil
  2. Riftan kale kapisini acip buyrun dicek kale bizim 😂😂😂

    YanıtlaSil
  3. Admin hanım süpersin. Eline koluna çevirine sağlık. Bence Riftan ın dönüşü ağızlarını açık bırakacak

    YanıtlaSil
  4. Haydi haydi artık riri kurtarsın milleti lütfen. Çeviri için teşekkürler çevirmen. Emeklerine sağlık. Umarım çok zor olmuyordur. Çok ısrar ediyoruz hep yeni bölüm diye.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çevirirken baya bi sövüyorum ama yorumları okuyunca hepsi geçiyo çok mutlu oluyorum <3

      Sil
  5. Gerizekalı adamlar yüzünden yaşanan trajediye bak. Riftan ve Leon un değeri bu mallar yüzünden daha iyi anlaşılıyor

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Önce Riftan’in planina uymadilar, beklemediler. Simdi de Kuahel’in dedigini takmadilar bunlari komutan sayip savasa yollayanlara ayri bunlara ayri kufurler yolluyoruz :) yazar umarim bunlari devlere lokma etmistir

      Sil
  6. Riftan şiödi içerden çıkıp yapacağınız işi skicem ha bi boku beceremediniz kendi başımın çaresine ben bakarım diyip kapıyı açaçack gibi hissediyorum

    YanıtlaSil
  7. Canısııı canısııı, ömrümün yarısıııı çevirmenimmmm teşekkürler emeğine sağlık. Pazartesiler ve her gün seninle güzelll

    YanıtlaSil
  8. Özge hanım bı sizin bı de riftanin kıymetini şimdi daha iyi anladim

    YanıtlaSil
  9. Çeviri için teşekkür ederim. Garrow un uyanmasına burukta olsa sevindim ama hala en büyük eksiğimiz Riftan yok umarım çok havalı bi dönüşü olur heyecanla bekliyorum 🤗

    YanıtlaSil
  10. Admin eline emeğine sağlık

    YanıtlaSil
  11. Çok çok teşekkurler özge hanim emekleriniz için bol bol dua aliyosunuz 💕

    YanıtlaSil
  12. Ellerine sağlık 🥰🥰

    YanıtlaSil
  13. 3. Kitap var mı

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yok henüz

      Sil
    2. Her savaşta sadece güce hırsa saldırıya odaklı bir meraklı illa oluyor ve bu gerizekalılar yüzünden can veren nice canlar. Gerçek dünyamızda da bunun örnekleri ne yazık ki fazla

      Sil
  14. AYYY ÇEVİRMENİM ÇOK TEŞEKKÜRLER BU SERİDE BİZİ YALNIZ BIRAKMADIĞIN İÇİN❤️ biraz geç okuyorum ama yine de teşekkürümü etmek istedim hihihi
    Ayy şu adam bir rahat durmadı ya…
    Umarım Riftan kaleyi içten kuşatmış olur da ağızlarını açık bıraktrır sunların

    YanıtlaSil

Yorum Gönder