MEŞE AĞACININ ALTINDA 2. KİTAP - 96. Bölüm (UNDER THE OAK TREE)


"Hanımefendi, iyi misiniz?"

Max arkasından gelen sesle başını çevirdi. Yurixion kışlanın yanında durmuş ona üzgün üzgün bakıyordu. Aceleyle ayrıldığını görünce endişeli bir şekilde onu takip etmişti.

"B-ben iyiyim, bütün gece gergindim... Bu yüzden midemde spazmlar hissediyorum."

"Ten renginiz de iyi gözükmüyor. Sizi çadırınıza götüreceğim.” Yurixion bir eliyle dirseğini tuttu ve onu kaldırınca, Max hafifçe ona doğru eğildi. Güçlüymüş gibi yapamayacak kadar yorgundu.

“...Diğerleri iyi mi?”

"Yaklaşık yedi şövalye yaralandı ama yaraları ciddi değil.” Yurixion güven verici bir ses tonuyla cevap verdi ve ciddi bir ifadeyle tepeye baktı. Gece savaşı sona ermiş gibi görünüyordu.

Bu arada her krallığın şövalyeleri tepede savunma kampları inşa etmişti. Askerler yaralıları sedyelerde taşıyordu ve rahipler cesetlerin arındırılması için ayin düzenliyordu. Hatta bazıları da atların leşlerini arabalarla taşıyordu.

Aslında, savaş atlarını gömmek bir gelenekti, ancak olabildiğince fazla yiyecek biriktirebilmeleri için onları da yemeleri gerekiyordu. Arabalarda taşınan atların kanları akıtılır, derileri yüzülür, parçalar halinde kesilir veya bütün olarak kömürde kavrulurdu. Günde yüzlerce insan ölse ve her yerde çığlıklar yükselse de yaşayanların mümkün olduğunca midelerini doldurması gerekiyordu.

Tepeden inip çıkan askerleri uzaktan izleyen Max, çadırların arasında hızla yürüdü. Keski ve çekiçlerle kabaca kesilen taşlar, sıra sıra dizilmiş onlarca kışlanın önüne yaklaşık 4 kvet (yaklaşık 120 cm) yüksekliğinde dikilmişti. Boş zamanlarında arka destek birimi tarafından yapılmışlardı.

Düz olmayan duvarların arasından geçti ve büyücülerin kalması için kurulan çadıra girdi. Kıyafetlerini değiştirmeyi bile düşünmeden kirli bir şekilde battaniyeye sarılarak yattı.

Kalbi endişe ve korkuyla parçalansa da, hissettiği korkunç yorgunluk dalgası yüzünden bu duygularla başa çıkacak enerjim yoktu. Çok geçmeden bayılır gibi uykuya daldı.

Garrow ertesi gün de kendine gelemedi. Durumunu kontrol etmek için revire gelen Hebaron, onu dışarı çağırdı ve ihtiyatlı bir şekilde sordu.

“Hanımım. Ne diyorsunuz… O çocuk iyi olacak mı?”

Max hemen cevap veremedi ve dudağını ısırdı. Ağır bir sessizliğin ardından Hebaron ciddi bir şekilde konuştu.

"Lütfen bana karşı dürüst olun. Garrow doğrudan benim sorumluluğumda. O çocuğa ne olacağını bilmem gerek.”

"Y-yara temiz bir şekilde iyileşti, ama... beyne verilen hasar şifa büyüsü ile tamir edilemez." Tereddüt etti ve ekledi. "Bir sakatlığı olsun ya da olmasın... uyandığında anlayabileceğiz."

‘Ona hiç uyanamama ihtimalinden bahsedemedim. Bunun meydana geldiği vakaları görmüştüm.’ 

Hebaron tek kelime etmeden sessizce revirin dışında durdu ve karlı tepelere baktı. Şafak sökmeye başlayınca muharebe durmuş ve müttefik kuvvetler bir süre ara vermişti.

Max nefesi alabilme fırsatlarına sevindi. Askerler gündüzleri kuşatma yapmaktan, geceleri ise kampı sürpriz saldırılardan korumaktan yorulmuşlardı. Büyücülerin de büyü güçleri azalmakta olduğu için umutsuzca dinlenmeye ihtiyaçları vardı. Hebaron'un ciddi yüzüne baktı ve birdenbire aklından geçeni ona söyledi.

"Artık durmamız gerekmez mi?"

Canavarlar Şehrine bakan Hebaron döndü ve ona baktı. Max kendi söylediklerine şaşırdı, omuzlarını silkti ve sanki bir şey onu zorluyormuş gibi içinde hapsolmuş kelimeleri ağzından kaçırdı.

"B-burada daha fazla insan katledilmeden önce... geri dönmek belki daha iyi olur. Riftan'la henüz bir bağlantı kuramadık. Bir sorun var! Şimdi bile... plandan vazgeçip Riftan'ı bulması için birini gönderirsek! Riftan, Ruth ve Sir Karon ile hep birlikte Anatol'a dönmek güzel olurdu...”

“Savaşı burada durdurup geri dönsek bile, birkaç yıl sonra canavarlarla aramızda tekrar bir savaş olacak.”

Hebaron sözlerini kesti. Yaptığı bozguncu yorumlara rağmen, üzgün görünmüyordu. Ona dingin gözlerle bakan şövalye sakince konuştu.

"Güçlerinin keşfedildiğini anladıkları için, canavarlar boş boş oturmayacaklar. Kendi güvenlikleri için, biz çekilir çekilmez misilleme yapacaklar. Yani sonunda tekrar bir savaş olacak.

Dudağını ısırdı. Mantığı Hebaron'un haklı olduğunu biliyordu. Bu sefere muazzam miktarda para yatırılmıştı. Yirmi binden fazla asker için birkaç aylık yiyecek, yakacak odun, kömür, atlar için yem, mana taşları, büyü aletleri, kuşatma silahları ve toplar... Bu sefer başarısız olursa, kıtlık çeken kuzey bölgeleri tamamen harap olurdu.

Ancak savaş böyle devam ederse, Canavarlar Şehri’nin ele geçirileceğinin garantisi de yoktu. Eve daha fazla hasarla dönmeleri mümkündü. Sanki onun endişesini hissetmiş gibi, Hebaron tekrar ağzını açtı.

"O piçler de avantajlı bir konumda değiller. Bunu, wyvernleri henüz savaş için seferber etmemiş olmalarından anlayabiliriz.”

Max şaşkın bir ifadeyle ona baktı.

“Bu ne anlama geliyor?”

"Majesteleri geçen gün bir wyvern'in haftada en az bir ineğin besinini tüketmesi gerektiğini söylememiş miydi? Bu kadar çok wyverni beslemeleri için çok sayıda av sağlamaları gerekirdi. Bu yüzden onları kış uykusuna yatırdılar.” diye sakince açıkladı birkaç gündür tıraş etmediği sakallı yanaklarını okşayarak.

"Ayrıca, wyvernlar kış uykusundan uyandıktan hemen sonra normalden daha fazla yiyeceğe ihtiyaç duyarlar. Belki de şu anda yeterince av sağlayamadıkları için onları harekete geçirmiyorlardır. Topyekün savaşa karar verdiklerinde, onları savaşa sokmaları muhtemeldir.”

"B-bize saldırmaya gelmeyebilirler! Böyle vakit geçirmeleri canavarlar için daha avantajlı...”

“Öyle olsaydı, geceleri sürekli saldırmazlardı. Müttefik kuvvetlerin gücünü olabildiğince çabuk tüketmeye çalışıyorlar. Bilmiyorum, ama eminim ki onlar da bizim kadar uzun bir savaştan kaçınmak istiyorlardır.”

Keskin gözlerle ileriye bakan Hebaron, bakışlarını ona çevirdi ve kendinden emin bir sesle konuştu. 

“Onların da yeterince yiyecekleri olmadığı açık. Belirleyici an geldiğinde kesinlikle kafa kafaya bir mücadeleye gireceğiz.”

Max endişeli gözlerle, sessizlikle çevrili tepelere baktı. ‘Hebaron'un tahminleri belirsiz. Gerçekleşseler bile müttefik kuvvetler kazanabilecek mi?’

On binlerce canavarla göğüs göğüse savaşma düşüncesi bile kalbini korkuyla sıkıştırdı. Her şeyden çok, Riftan için endişelendiği için çıldıracakmış gibi hissediyordu.

“Ben... hastaların durumunu bir kez daha kontrol etmeliyim.”

Hebaron'dan özür diledikten sonra arkasını döndü ve kışlaya geri döndü. Onunla konuşmaya devam ederse kontrolünü kaybedecek gibiydi. Büyük bir çabayla Riftan'ı zihninden uzaklaştırdı ve Garrow'un yattığı yatağa doğru yürüdü.

Nora adında bir büyücü, ağzına yavaş yavaş şifalı su dökerken onu yan yatırmıştı. Max ona doğru yürüdü ve solgun yüzünü inceledi, sonra yüzündeki belli belirsiz cerrahi yara izine dokundu. Yara iyice iyileşmişti, ancak göz kapağının üstündeki kemiğin yanlış hizalamış olabileceğinden endişeleniyordu.

Şişmiş göz kapaklarını inceledikten sonra Nora'dan lapa istedi ve başka bir hastanın durumunu kontrol etmeye başladı.

Yoğun kar yağışı ertesi güne kadar sürdü ve öğlene kadar da durmadı. Hava düzelince müttefik kuvvetler yeniden kuşatmaya başladılar. Bu sefer mancınığa yardım edenler Max ve Armin oldu.

Ana ünitenin arkasına 40 kvet (yaklaşık 12 m) yüksekliğinde bir bariyer inşa ettiler ve birkaç saat boyunca şehre kayalar fırlattılar. Düşmanlar da zaman zaman ateş topları fırlattı, ancak saldırıları hiçbir zaman mancınıklara ulaşmadı. Ancak şehir kapısına doğru koşan askerler korkunç bir saldırıya uğradı.

Büyük bir çabayla, yanan kayaların çarptığı ve tepeden aşağı yuvarlanan askerlerden gözlerini kaçırdı. Büyücüler umutsuzca askerlerin başlarına kalkanlar kaldırdılar, ancak binlercesini koruyamadılar ve akşama kadar iki yüzden fazla insan öldü. Max sinirli ve kızgın hissediyordu.

Bu kadar çok insanın hayatının bir mum alevi gibi yok olmasına katlanmak zordu. Mümkün olduğunca aşağı bakmadan taş taşımaya odaklandı.

Gece olunca saldırı durdu ve gündüzleri dinlenen askerler ileri doğru hareket ederek savunma hattı oluşturdular. Max büyüyü bozup mancınığı geri çekti ve sonra, midesini arka destek birimlerinin hazırladığı yiyeceklerle doldurdu.

İlk başta boğazından bir lokma ekmek geçirmekte bile zorlanıyordu, ancak birkaç gün sonra midesi kan kokusuyla bile yemek yiyebileceği kadar güçlenmişti.

İnsanın hayatta kalma arzusunun ne kadar yoğun olduğunu tüm bedeniyle hissedebiliyordu. Korkuya ve acı üzüntüye, açlığa ve uyuşukluğa rağmen, sonunda değişen bir şey olmuyordu. Mancınıktan çıkan kayalar gürültüyle uçup giderken, savaşın kaosunda bile uyuyabileceğini fark etti.

"Böyle zaman kaybedemeyiz.”

Kuşatmanın başlamasından iki hafta sonra bile ilerleme kaydedememiş olmalarına daha fazla dayanamayan Arex’in komutanı, aceleyle konuştu. Merkez karargahta toplananlar kaşlarını çattı.

“Şu anda kesin bir yol yok. Saldırmak için acele edersek, sadece müttefik kuvvetler zarar görecek. Şimdilik, onlara sınırlarını zorlayana kadar saldırmaya devam etmekten ve gücümüzü mümkün olduğunca korumaya çalışmaktan başka seçeneğimiz yok.”

Agnes ona karşı çıkınca adam yüksek sesle güldü.

“Onlardan önce sınırlarına ulaşanlar müttefik kuvvetler olacak. Askerler moral kaybediyor!”

“O zaman ne yapacağız?” dedi Kuahel soğuk bir sesle.

Bu soruyu yanıtlayan Adolf değil, Richt Bleston oldu.

“Açık değil mi? Demek istediği, tam ölçekli bir saldırı başlatmamız gerektiğidir.”

Bir bardak şarap aldı ve dudaklarına götürüp şeytanca gülümsedi. “Kuşatma silahları buraya dekorasyon olarak getirilmedi.”

"İlk gün yaşanan dehşeti unuttun mu?" Kuahel ona soğukkanlılıkla karşı çıktı.

Yorumlar

  1. Ah savaş hayal ürünü de olsa çok acı. Elinize sağlık çevir için

    YanıtlaSil
  2. Riftann az kaldı nolur daha fazla bölüm yayınlayın lütfenn acıyın bize

    YanıtlaSil
  3. ADMINN NOLUR 115-116-117-118-119-120 'YI AYNİ ANDA YAYINLAYIN GEREKIYORSW 2 3 GUN CEVIRI GELMESIN AMA BU BOLUMLER BIRLIKTE GELSİN NOLUR

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok mantıklı ayrı gelirse ölürüzz🥲

      Sil
    2. Bu bölümleri daha önce nerden okudunuz birlikte gelmesi için ısrar ediyorsunuz merak ettim 😊

      Sil
    3. 1-2 bolum once yorumlarda birisi yazmisti İspanyolca bi sitede yayınlıyorlar oradan bakıp çevirebilirsin istersen translateden tam anlaşılmıyor ama biraz anlayabiliyorsun

      Sil
    4. Bajo el roble libro 2 www.yyzzbaby.com da ispanyolcasi var ss alıp google lens ile çevirebilirsiniz az çok anlaşılıyor ama maalesef tr çevirisi gibi değil o yüzden rengarenk ceviri💓 cnm admin

      Sil
  4. Hayal ürünüykende gerçekte de savaş çok kötü birşey . Keşke hiç olmasa barış huzur mutluluk olsa ..
    neyse çeviri için teşekkür ederiz 🫶🏻

    YanıtlaSil
  5. Tesekkurler ceviri icin riftana gel artik

    YanıtlaSil
  6. Teşekkür ederiz çeviri için, nolur bi bölümcük daha yayınlasanız :)

    YanıtlaSil
  7. Çeviri için teşekkürler elinize emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  8. Ellerine sağlık 🥰

    YanıtlaSil
  9. Teşekkürler

    YanıtlaSil
  10. Cevirmenimize teşekkürler.

    YanıtlaSil
  11. Emekleri için çevirmenimize teşekkür ederim (⁠づ⁠ ̄⁠ ⁠³⁠ ̄⁠)⁠づ

    YanıtlaSil
  12. Admin eline emeğine sağlık

    YanıtlaSil
  13. Çeviri için teşekkürler

    YanıtlaSil
  14. Çeviri için teşekkürler

    YanıtlaSil
  15. Resmen kumara döndü bu savaş

    YanıtlaSil
  16. Off garrow icin cok endiseleniyorum

    YanıtlaSil
  17. abi sadece aynı şeyleri yaşiyorlar ve burda müttefik kuvvetlerinden daha fazla zarar gören hicbir sey yok, bu gerçekten zaman kaybı ve tüm emekleri bosa cikariyor... garrow icin acayip endiseliyim dua ediyorum bir sey olmamasi icin insallah iyilesir eger ona bir sey olursa valla kendimi tutamam aglarim :") farkli bir taktige ve stratejiye gecmeleri gerekiyor, o duvarı yıkamadiklarini anlayamiyorlar mi? ekstrem bir durumun oldugu acik, baska bir sey yapmalilar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Offf çok geriliyorum ben de lütfenn kimseye bir şey olmasın …

      Sil

Yorum Gönder