How to Get My Husband on My Side - 9. Bölüm (Türkçe Novel)

how to get to my husband on my side novel

İnsanlarla değil ama vahşice evcilleştirilmiş canavarlara karşı bir savaştı bu.

Müsabakaların yeterince korkunç bir yarışma olmasının yanı sıra, yalnızca soyluların katılmasına izin veriliyordu. Rahiplerden oluşan bir komite kuruldu. Komitenin amacı katılanlar arasından kötü eylemlerde bulunacakları ve oluşacak herhangi bir tehlikeleri önlemekti.

Ve Cesare müsabakaları bahane ederek beni görmeye geliyordu.

Lanet olsun!

"Bugün iştahın yok mu?"

Ellenia aniden oturup her zamanki gibi soğuk ve kayıtsız yüz ifadesiyle sohbete dahil oldu.

Sadece kadehimden bir yudum aldığımı fark etmiş miydi?

"Alkolün vermiş olduğu o tadı seviyorum."

"Aç karnına içmek iyi değil."

Elimdeki yarım içki bardağımı bıraktım ve önümde duran limonlu turtadan yiyormuş gibi yaptım. Etrafımdakiler dansa katılmak için masadan ayrıldığında, tuvalete gitmek bahanesiyle oradan sıvıştım. Yediğim turta kırıntılarını masadayken kusmak istemedim. Böyle bir yerde kustuğumu gören olursa saçma sapan söylentilerin çıkma olasılığı çok yüksekti.

Aç karnına içtiğim içkiden dolayı başım dönüyordu

"Ah…!"

"Ah, affedersiniz."

Ziyafet salonundan çıkıp kendimi en yakın balkona atmaya çalışırken karşı taraftan gelen birinin omzuna sertçe çarptım. Ah omuzlarım bugün oldukça talihsizdi.

Çarpıştığım kişi aniden elimi tuttu ve tam düşmek üzereyken bana yardım etti.

"İyi misiniz?"

Ses tonu oldukça gençti. Başımı kaldırdım. Omzumdaki acıya dayanmak için hafifçe kaşlarımı çattım. Ve o anda büyüleyici mor gözlerle karşı karşıya kaldım.

Oldukça uzun boyluydu ve sesinden de tahmin ettiğim gibi genç görünüyordu. Tahminen 15 yaşındaydı. Boynunun arkasını kaplayan soluk sarı saçları ve güzel yüzü, bana birini anımsatıyordu.

"İyiyim ama..."

"Ah, ben Lorenzo van Furiana. Biraz önce kız kardeşimle birlikteydiniz, değil mi?”

Tam da düşündüğüm gibiydi. Flaya’nın kardeşi. Gerçekten ona çok benziyordu.

"İyi olduğunuza emin misiniz? Ziyafet salonuna kadar size yardımcı olmamı ister misiniz?"

"İyiyim. Sadece biraz temiz havaya ihtiyacım vardı. Paladin misin?"

“Sör Izek bunu duysa çok gülerdi. Paladin olmak için çok gencim. Ziyafetten sıkıldınız mı?”

Ziyafetler her zaman çok sıkıcıydı. 

Benden neden bu kadar nefret ediyordu? Gözümün önünde gülümseyen çocuk oldukça arkadaş canlısı ve neşeli davranıyordu. Ama tüm vücuduyla yaydığı düşmanlık o kadar boğucuydu ki. Bu duyguya karşı duyarlıydım ama gözlerindeki tiksinti çok barizdi. Belki de henüz genç olduğu içindi.

Şuna bak. Onda hangi ara kötü bir izlenim bırakmıştım? Kocamda bu derece kötü bir izlenim bırakmamıştım. Ellenia'ya gelince, o tanrı vergisi bir poker yüzüne sahipti. Duygularını anlamak oldukça zordu. Flaya, ondan emin değildim. Daha yeni tanıştığımız için ona düşman demek zordu. Ama Flaya'nın kardeşi neden bu kadar düşmanca bakıyordu?

Sessizce gülümsedim ve ona baktım, o da bir süre bana baktı. Sonra utanmış gibi başını kaşıdı.

"Üzgünüm. Sizi şahsen gördüğüme inanamıyorum..."

"Sanırım burada ünlüyüm."

"Dünyada Leydi'min adını bilmeyen bir adam olabilir mi? Siz Papa'nın kızısınız."

"Yok canım? Kardeşlerim kadar ünlü değilim. Bu yüzden şaşırdım.”

Kısa bir an sessizlik oldu. Şakaklarını kaşırken bir şey düşünüyormuş gibi yapan Lorenzo gülümseyerek itiraf etti. "Aslında sizinle ilgili, bir süre önce çok popüler olan ünlü bir şarkı var."

"Gerçekten mi?"

"Daha önce hiç duymamış gibisiniz. Dinlemek ister misiniz?”

"Gerçekten merak ettim. Lütfen devam edin."

"İşte tüm mesele bu." diye mırıldandı, abartılı bir şekilde boğazını temizleyerek.

"Sistina'nın kendi zevkine uygun bir erkek bulamadığı için üvey kardeşleri onun için iyi bir tercih olacağını söylemiş..." ( Ç.N. Burada Ruby’e gönderme var gibiiii )

Lorenzo'nun benden nasıl bir tepki vermemi beklediğini bilmiyorum. Aniden gelen ses yüzünden bu sonsuz bir bilinmezlik olarak kaldı.

Vay!

"Ahh!"

"Sana tek başına s*k*şme demedim mi?"

“Ah, bir dakika, ahhh!!”

Duyduklarım karşısında gözlerim kocaman oldu. Koridordan bir basilisk gibi atlayan, Lorenzo'nun kafasını acımasızca kavrayan ve tüm gücüyle kulağını çeken Sör Ivan'dı. Güzel, ağzı bozuk Paladin.

"Ağzına yumruğu indirmeden önce hemen özür dile!"

"Ha, ama..."

"Izek'e hayran olduğunu düşününce... Seni ona götürmemi ister misin? Az önce bahsettiğin boku duysaydı, senin o lanet olası ağzını yırtardı. Şimdi  o boktan ağzınla Leydi Omerta'dan özür dileyeceksin."

Sırf o şarkıyı dinledim diye Izek'in Flaya'nın kardeşinin ağzını yırtacağını düşünmemiştim. Lorenzo, belki de Isuke’den korktuğu için ya da acıya boyun eğdiği için Ivan'ın kolları altında kıvranırken, özür gibi bir şey mırıldandı.

"Mırıldanma! Seni daha da yüksek sesle mi havlatmalıyım?”

"Pekala, tamam, bırak gitsin."

İlk başlarda kızgın olmadığım için benden özür dilemesini beklemiyordum.

Bana bakmakta olan Sör Ivan, çok geçmeden gülümsedi ve onu bıraktı. Lorenzo hemen kaçtı. Sör Ivan ellerini sıktı ve aynı anda alçak sesle gülümseyerek küfür mırıldandı. Bakışları tekrar beni buldu.

"Böyle bir durumda kaldığınız için üzgünüm."

"Sorun değil."

"Sakın yanlış anlamayın. O... o sadece tuhaf kuruntuları yüzünden aklını kaybetmiş gibi davranıyor. Böyle saçma bir şarkı hiçbir Paladin tarafından bilinmez…”

"Sör Ivan, gerçekten sorun değil. Bu söylentiyi ilk kez duymuyorum.”

Bir anlık sessizlik oldu.

Lord Ivan yüzünde şaşkın bir ifadeyle bana bakarken benim musluklar açılmıştı bile. Burnumu çektim.

"L-Leydi'm?"

"Üzgünüm, ben sadece... Birden düşününce. Acaba kocam bu tür söylentilere inanır mı? Bu yüzden…”

"Çok saçma. O, diğer insanların uydurduğu boş gürültülerle asla ilgilenmez. Dikkat çekici olsa bile.”

"Huu. Gerçekten mi?"

"Elbette ve onu rahatsız eden insanlarla birlikte olmaz. Açıkçası, az önce yaşanan şeyler onu şaşırttı. Senin onun canını sıktığını kastettiğini zannetmiyorum..."

Bunun bir onur olduğunu söylesem?

"B-Benden nefret etmiyor, değil mi?"

"Hiç de bile! Bir adam karısından nefret etmeye nasıl cüret eder? Sadece kendi bildiği gibi yaşıyordu ve ilk kez işler düşündüğünden farklı oldu. Utandığı için rol yapmayı tercih etti."

"Yani, onu canı gönülden sevsem bile benden nefret etmeyecek?"

"Tabii ki hayır! Bu onun için büyük bir onur olur.”

Başını sallayıp beni aşağılamak yerine destek olan Sör Ivan, yüzündeki asık suratlı ifadeyle beceriksizce öksürmeye başladı.

Sorun değil, anlıyorum.

"Şimdi sizi ziyafet salonuna götüreceğim."

"Sorun değil. Biraz temiz havaya ihtiyacım olduğu için dışarı çıktım.”

"Ama eğer yalnız olacaksanız... tamam. O çocuk tekrar ortaya çıkacak olursa bana söylemelisiniz.”

Çocuğun tekrar peşimden gelip beni ağlatacağından mı endişeleniyordu?

Ağzı bozuktu ama şövalyeliği kesinlikle canlıydı. Akşam üzerine doğru balkona çıktığımda, gün gibi aydınlık görünen geceye bakakaldım. Balkonun hemen dışında sarmal basamaklı, son derece güzel dekorasyonu olan bir avlu vardı. Ve sanatsal heykellerle çevrili bir gölet.  Bakmak için merdivenlerden aşağı indim. Başları kalp şeklinde olan bir çift kuğu heykelinin yanında hızla hareket eden kırmızımsı kahverengi saçları olan biri göze çarpıyordu.

"Prenses Ari..."

Kuğunun kuyruğunun arkasına saklanan Ari öne doğru eğildi.

Elinde bir demet sarı yaz çiçeği vardı. Burada tek başına mıydı? Dadısı nereye gitmişti?

"Ruby, anneme söyleme."

Ah. Şimdi anladım. Gizlice dışarı çıkmıştı. Tam bir erkek Fatmaydı. Başımı salladım ve soğuk bir şekilde gülümsedim.

"Annene bir şey söylemeyeceğim. Burada ne yapıyorsun?"

Küçük prenses cevap vermek yerine tereddütlü gözleriyle bana baktı. Sözlerime güvenemiyor gibiydi.

Kafamı çevirdim ve gölete yaklaştım. Ona daha fazla rahatsızlık vermeyecektim.

Oldukça büyük göletin ortasında zarif bir köprü göze çarpıyordu.

“…oraya yalnız gidemezsiniz.”

"Ne?"

"Birbirini seven iki insanın aşklarının gerçekleşebilmesi için oraya beraber gitmeleri gerekir."

Heykelin arkasından çıktı.

[Aşk gerçekleşecek.]

Sarayda böyle bir gölet ve böyle romantik insanlar olduğuna inanamadım. En azından kral bunlardan biriydi.

"Sizce aşk gerçek olur mu?"

“Bilmiyorum…… dadı böyle söyledi. Aşk perisi gölette yaşıyormuş.”

Eğildim ve sırıtarak Ari ile göz teması kurdum. Küçük prenses saçlarıma bakıyordu. Yoksa saçlarım onunkine benzediği için mi?

"Bu bir buket çiçek mi?"

“…Güzel mi?”

"Evet, gerçekten çok güzel. Kimin için yaptınız?"

Kocaman gözlerini bir an tereddüt edercesine kırpan prenses, başını salladı ve anlaşılması zor bir ses tonuyla “Size vereceğim.” diye fısıldadı.

"Ne?"

"Saçlarınıza dokunmama izin verirseniz, bunları Leydim'e verebilirim."

Ha?

Saçımı iki yana çekip gülümsedim.

"Şimdi mi?"

"Şimdi değil, sonra."

Saçlarımla oyuncak bebeğininmiş gibi oynamak istiyordu. Ne kadar yaşlı olsam da, bu küçük kıza göre, Güney'den gelen dev bir oyuncak bebek gibi görünüyordum.

Yorumlar

Yorum Gönder