Eat Run Love - 96. Bölüm

[Ek Bölüm 2]

Yeni yılın başında, yine peş peşe tarihe tanıklık edecek olaylar yaşanıyordu. Adeta film izliyor gibiydiler.

Ocak ayının başında, ABD Kongre Binası isyancılar tarafından basıldı; manzara Wonder Woman 1984 filmine taş çıkartacak cinstendi.

Gan Yang’ın Washington’da çalışan bir sınıf arkadaşı, Instagram’da bir fotoğraf paylaştı. Elinde bir siper küreğiyle evinin etrafına siper kazmıştı; bunun bir iğneleme mi olduğu, yoksa gerçekten kendini mi koruduğu belli değildi.

Gan Yang kahkahalar atarak bunu Ding Zhitong’a gösterdi.

Ding Zhitong şaşırmış bir şekilde, “Demek ki bu yaş grubunda ortaokullu gibi davranan tek kişi sen değilsin!” dedi.

Gan Yang ifadesiz kalıp bu lafı bir kenara yazdı, fırsat bulunca ona iade edecekti.

Ay sonuna doğru, GameStop hisseleri birden fırladı, birkaç büyük açığa satış kurumu köşeye sıkıştı. İnternette her yerde şu yazıyordu: Küçük yatırımcılar Wall Street’i yendi; acemi yumrukları ustayı alt etti.

Ding Zhitong; eskiden olduğu gibi, Song Mingmei ile bu işin nasıl sonuçlanacağı üzerine bahis açtı. Ama gördü ki Song Mingmei bu konu hakkında zaten sektördeki birçok büyük isme danışmıştı – elbette Qin Chang da dahil – ve bu malzemelerle iki bölümden oluşan bir video programı hazırlamıştı bile.

Ding Zhitong, Song Mingmei’nin “kopya çekmesini” eleştirdi ama Gan Yang buna karşılık gülerek şöyle dedi: “Demek ki bu yaş grubunda ortaokullu gibi davranan epey kişi varmış.”

O sırada bu iki “ortaokullu”, biri Şanghay’da biri Hong Kong’da, binlerce kilometre öteden neredeyse kavga edecek gibi oldular ama sonunda barıştılar ve birlikte o iki videoyu izlediler.

Ding Zhitong, videolarda tanıdık bir isme rastladı — The Big Short (Büyük Açık) filmindeki baş karakterin esin kaynağı, 2008’deki konut kredisi krizini öngören Michael Burry. Bu efsanevi fon yöneticisi, 2019’dan itibaren GameStop’taki %160’ı aşan açığa satış oranını fark etmiş, bu hisseye erken yatırım yapmış ve büyük ihtimalle yine hatırı sayılır bir kazanç elde etmişti.

Şubat ayında, yüzyılda bir görülen bir kar fırtınası Kuzey Amerika’yı vurdu.

Haberlerde Manhattan, Long Island gibi yerlerden görüntüler yayınlanıyordu: manzara tamamen griydi, rüzgâr ve karın dışında hiçbir şey yoktu. Sunucu şiirsel bir şekilde yorumladı: “Kar fırtınası altındaki New York, büyük bir kaybı unutmaya çalışan biri gibi — hüzünlü ama güzel.”

Teksas’ta büyük elektrik kesintileri yaşanıp, donarak hayatını kaybedenler olmaya başladığında ise iş The Day After Tomorrow (Yarından Sonra) filmine dönmüştü. Artık şiirsellik kalmamıştı; insanlar sadece dışarı çıkmamayı, yiyecek stoklamayı, ısınmanın yollarını ve buz parçalarıyla su kaynatmayı öğrenmeye çalışıyordu.

O sırada Ding Zhitong; Bahar Bayramı için Şanghay’a dönmüş, Ganyang’ın tek kişilik koltuğuna kıvrılmıştı. Haber videolarında Times Meydanı’ndan geçen kar küreme araçlarını, çalışmayan metro istasyonlarını ve kar altında zor ilerleyen yayaları izliyordu.

Eskiden olsa, sadece oradaki kendi günlerini hatırlardı ama artık Ganyang’la birlikte, “İthaca şimdi ne kadar sessizdir kim bilir.” diye düşünüyordu.

Salgın ve aşırı hava koşulları nedeniyle, eskiden kar kıyamet olsa bile ders iptal etmeyen Cornell artık açılışı ertelemiş, uzaktan eğitime geçmişti. Şu anda orada yağan kar, onların yürüdüğü yolları ve kayarak eğlendiği o büyük karlı yokuşu bir kez daha örtüyordu. Artık orada kimse kendi yaptığı tahtayla kaymayacaktı.

Mart ayına gelindiğinde bu sefer ayakkabı sektörü sarsıldı.

Önce Nike, Kuzey Amerika’dan bir başkan yardımcısını kovdu; sebebi, oğlunun onun görevini kullanarak spor ayakkabı ticareti yapması ve bu işten büyük kâr elde etmesiydi. Ding Zhitong daha önce de “ayakkabı spekülasyonu” diye bir şey duymuştu ama sadece koleksiyoncuların “hikâyesi olan” ayakkabıları yüksek fiyatla sattığını sanıyordu. Ancak bu kez Gan Yang’ın açıklamasıyla spor ayakkabıların artık adeta bir yatırım aracına dönüştüğünü öğrendi.

Elbette, pikselli avatarların bile “dijital sanat eseri” (NFT) diye on binlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca dolara satıldığı bir dünyada; her şey sermayeye ve oyuna çevrilebilirdi. Yeter ki alıcı bulunsun, her şey ticarete dönebilirdi.

“Senin o eskiden ayakkabı sattığın patron ne derdi acaba?” Ding Zhitong, 18. Cadde’deki spor malzemeleri mağazasındaki yaşlı amcayı hatırladı; hala hayatta mıydı acaba?

“Kesin yine ‘ahlâksız olmuşlar’ diye söylenirdi.” Gan Yang güldü. Böyle bir cümleyi anlayacak tek kişi karşısındaydı, açıklamaya gerek kalmadan ne anlatılmak istendiği belliydi.

Ding Zhitong da aynı hissi paylaştı.

Tam o günlerde, Myanmar’daki durum birden gerginleşti. Haberler, askeri ve sivil güçler arasında çatışma olduğunu söylüyordu ama saldırıya uğrayanlar Çin sermayeli fabrikalardı. Ardından BCI olayı yaşandı.

O sırada düğünlerine çok az kalmıştı.

Ding Zhitong Gan Yang’ı aradı. O, sorusunu beklemeden açıkladı.

Yangon içindeki küçük işletmeler hedef alınmıştı ama LT’nin fabrikası büyük ölçekliydi ve banliyödeki sanayi bölgesindeydi. Şehir merkezine uzak olduğu ve site yönetimi tarafından korunduğu için doğrudan etkilenmemişti. Büyükelçilik de henüz tahliye duyurusu yapmamıştı. Ama yine de güvenlik gerekçesiyle genel merkez üretimi durdurmuş, Çinli çalışanları birkaç grup halinde ülkeye geri gönderme kararı almıştı. Tüm tedarik zinciri etkilenecekti belki ama bu zararı karşılayacak güce sahiplerdi.

BCI olayına gelince, LT sadece olaylara karışan birkaç markaya üretim yapmıyordu. Ayrıca salgın sonrası üretimini tamamen toparlamış, hammadde tedariki ve lojistik akışı sağlayabilen neredeyse tek yer Çin’di. Her ne kadar hâlâ bir OEM (taşeron üretici) firması olsalar da artık söz hakkına da sahiplerdi.

Ding Zhitong da “Salgından sonra Çin üretimi dünya çapında taçlandı.” tarzında yorumları daha önce duymuştu ama aynı zamanda bir kez daha şunu hissediyordu: Dünya yavaşça parçalanıyor ve sessizce değişiyordu.

Eskiden girişimcilik denince akla hep yüksek teknoloji ve düşük varlık gelirdi. Parlayan yıldızlar hep internet zenginleriydi. Oysa şimdi fark ediliyordu ki rüzgâr çoktan yön değiştirmişti. Eskiden teknoloji devleri ellerinde çiftlik arazileri biriktiriyordu, ünlü yatırımcılar geleneksel imalata yönelmişti. Özellikle de dış kaynak modeli; maliyetleri düşüren, riski dağıtan bu sistemin aslında kriz dönemlerinde ne kadar kırılgan ve yetersiz olduğu ortaya çıkmıştı.

“Endişelenmene gerek yok.” dedi Gan Yang ona.

“Biliyorum.” diye yanıtladı Ding Zhitong, oldukça huzurlu bir ifadeyle.

İkisi de çok iyi biliyordu ki, geçen yıl o satın almayı tamamlamak en doğru karardı. Gan Yang’ın yapmak istediği şeyler, artık başlayabilirdi.

Bir zamanlar Ding Zhitong, ikisinin o kadar uyumlu olmasını sorularda bir hata olduğuna ya da evrenin bilinmeyen bir gücüne bağlamıştı. Sonraları bunun kişilik türleriyle ilgili olduğunu düşünmüştü, ama artık yaşadıkları ve birbirlerini tanımaları sayesinde olduğunu anlıyordu.

Düğün mart ayının sonunda yapılacaktı. Önce Şanghay’da, ardından Quanzhou’da.

Geleneklere göre, düğünden bir gün önce ayrı uyumaları gerekiyordu. Yatmadan önce Gan Yang, Ding Zhitong’u aradı, pencereye çıkmasını söyledi ve uzaktan ona el salladı.

Ding Zhitong da ona el salladı ve “Ne yapıyorsun?” diye sordu.

Gan Yang, “Beni özledin mi?” diye sordu.

Ding Zhitong güldü ve hatırlattı. “Az önce birlikte akşam yemeği yedik, unuttun mu?”

Ama Gan Yang hiç oralı değildi. “Seni özledim işte.”

Ding Zhitong karşılık verdi. “Benim ne yaptığımı biliyor musun?”

“Ne yapıyorsun?”

“Senin koşu videonu izliyorum.”

“Bu kadar mı azimlisin? Yarın evleniyorsun, hâlâ koşu tekniği mi çalışıyorsun?” diye takıldı Gan Yang.

Ama Ding Zhitong lafı uzatmadı, sadece şöyle dedi: “O videoyu bu tür zamanlarda izleyebilmek için çektim zaten.”

“Neden?” diye sordu Gan Yang.

Ding Zhitong yanıtladı. “O ritim, ayaklarının yere basma sesi... izlerken içim çok rahatlıyor.”

“Gergin misin?” diye tahminde bulundu Gan Yang, sessizce gülümseyerek.

Ding Zhitong başka bir bahane uydurdu. “Yemin metnini yazamıyorum.”

Gan Yang, “O zaman yazma, beni gördüğünde aklına ne gelirse onu söyle.” dedi.

“Olur mu öyle şey...” dedi Ding Zhitong ve telefonu kapattıktan sonra tekrar yazmaya koyuldu.

O gece çok geç uyumaya cesaret edemedi. Rüyasında birden ilham geldiğini düşündü ama uyandığında tek bir cümlesini bile hatırlayamamıştı.

Ertesi sabah makyöz geldi. Song Mingmei de erkenden gelmiş, yanına oturmuş onu bekliyordu.


İşte o an, Ding Zhitong gerçekten gergin olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Nabzı zayıftı, kafası bomboştu. Düğün sonrası planlardan bahsederek kendi kendine mırıldanmaya başladı.

“...Önce onun ailesinin evinde ikinci kutlamayı yapacağız, sonra Xiamen’de iki hafta kalacağız. Orada bir koşu kampı var...”

“Balayında bile koşacak mısınız?” dedi Song Mingmei şaşkınlıkla.

“Evet.” diye başını salladı Ding Zhitong. “Araştırdık, ikimizin de gerçekten gitmek istediği tek yer burasıydı.”

Song Mingmei, “İşçi eşeği bile bu kadar çalıştırılmaz.” diye yorum yaptı.

“Nasıl konuşuyorsun sen öyle?!” dedi Ding Zhitong gülerek, elindeki mendil paketini ona fırlattı.

Song Mingmei kenara kaçtı. “O zaman şöyle diyeyim: you two deserve each other, tam birbirinize göresiniz.”

Ding Zhitong düşündü. “Yine de kulağa pek övgü gibi gelmiyor.”

Song Mingmei bir eliyle kalbini tutup diğer eliyle Ding Zhitong’un omzunu sıkarken “Tanrı şahidim olsun, bunu kalpten söylüyorum. Mutlaka mutlu olmalısın.” dedi.

Sözleri hâlâ şaka gibiydi. Ding Zhitong aynadaki yansımasına baktığında, gülümsemesi hâlâ yüzündeydi ama gözlerinin kenarında birden yaşlar birikmeye başladı.

Song Mingmei de ona gülümsedi, sonra makyöze seslendi. “Göz makyajını tamamen suya dayanıklı yap lütfen.”

“Neden?” diye sordu Ding Zhitong.

“Rahat rahat ağlayabilesin diye.” dedi Song Mingmei.

“Ağlamam ki.” diye söz verdi Ding Zhitong.

“Bu kadar da emin olma.” dedi Song Mingmei onu kırmak istemeden.

“Kesinlikle ağlamam.” diye diretti yine de Ding Zhitong.

Yorumlar