When the Phone Rings - 49. Bölüm (Türkçe Novel)
"Annenden farkım yok."
Olmaz, böyle bir şey mümkün değil...
Heejoo, yağmur damlalarının şemsiyeye düşerek çıkardığı sesi dinlerken, ürkekçe ablasını inceledi. Ameliyat başarılı olmuştu, artık kulakları iyi duyuyordu. Ancak neden bu kadar... tükenmiş görünüyordu?
Ablamın yüzü her zaman böyle miydi?
İçinde bir huzursuzluk belirdi. Şu anda karşısındaki Hong In-ah, geçmişteki haline göre daha kırılgan ve tehlikeli bir görüntü çiziyordu.
"Yine de senin yüzünden, geri dönmek istedim."
"..."
"Sanırım, elimden aaldığn şeyin gerçekten sana ait olduğunu düşünmüyorsun, değil mi?"
Bu bir soru değildi. Her kelime, Heejoo’ya saplanan keskin birer bıçak gibiydi.
"Yanılıyor olamazsın."
Heejoo’nun elleri kontrolsüzce titredi.
"Çocuklar, yalnızca görmek istediklerini görür."
Hong In-ah, Heejoo’nun eline şemsiyeyi tutuşturdu ve yağmurun altına adımını attı.
Heejoo, ablasına doğru bir adım atacak oldu, ama In-ah başını iki yana sallayarak onu durdurdu. Bu, sessiz bir reddedişti.
"Sen küçükken denizkızını çok severdin."
"..."
Bu aniden gelen bir cümleydi. Bağlantısız, ama anlam yüklü.
"Peki, hiç düşündün mü? Sen mi, yoksa ben mi daha çok benziyoruz o denizkızına? Kim daha çok onun gibiydi?"
Heejoo, her şeyi anlamak ve ablasını çözmek istiyordu. Ama In-ah’ın sözleri, ne kadar çabalasa da bir muammadan başka bir şey değildi.
Heejoo cevap veremediğinde, ablası sakin bir şekilde dudaklarını yukarı doğru kıvırdı.
"Sen değildin, Heejoo."
"!.."
Hong In-ah’ın gözleri siyah bir alev gibi parladı.
Düşmanlık.
Tüm hayatı boyunca ablasının sesi olan Heejoo için, bunu anlamamak imkânsızdı.
Bu, insanın irkilmesine neden olacak kadar açık bir düşmanlıktı.
Göğsü sızladı.
"Ablaları ona saçları karşılığında bir hançer verdiği halde bir prensin kalbini delemeyen bir kız her zaman işe yaramaz olacaktır."
Bu esrarengiz bir ifadeydi.
Ama aynı zamanda bir savaş ilanı gibiydi.
"Geç kaldığım için üzgün olduğumu söylediğimde ciddiydim."
Ablası yağmurun altında tereddüt etmeden arkasını döndü.
"Benim için gösterdiğin çaba için teşekkür ederim."
***
Bütün gün, vücudu ağır bir yorgunlukla sarkmış gibiydi.
Bir düzineden fazla cevapsız arama ve kız kardeşimden gelen bir yığın mesaj vardı ama hiçbirine cevap vermek istemiyordu.
'Kendimi zorlamasam bile... Belki boşanmak kolay olur...'
Yavaş yavaş yağan yağmur, bir anda şiddetle dökülmeye başladı.
O halde bu kadar karamsar olmamalı, aksine bir kutlama yapmalıydı, değil mi?
Heejoo, zorla da olsa moralini yükseltmeye çalışarak mutfağa yöneldi.
Yemek yapacak hali yoktu, bu yüzden sadece buzdolabını açıp bir bira şişesi aldı.
Sessizlik can sıkıcı olduğu için açık bıraktığı televizyonda, başkanın özel bir konuşması ve Mavi Saray sözcüsünün basın toplantısından kesitler gösteriliyordu.
"Myeongji Medya’dan gazeteci Hong In-ah Hanım."
Bira kutusunu açmak üzereyken Heejoo birden durdu.
Sessizce uzaktan kumandayı alıp sesi kıstı, böylece dünya tekrar sessizliğe gömüldü.
Heejoo, Han Nehri’ni gören büyük pencerenin önüne çöküverdi.
Cam boyunca süzülen yağmur damlalarına bakarken, dışarıdaki yağmur ona o günü hatırlattı. Boşanmaya karar verdiği o günü...
"Şerefe..."
Ve saat akşam on oldu.
Alışıldık bir saat.
Her şey anlamsız görünüyordu.
Heejoo, elinde şantaj telefonunu çevirirken birden basın toplantısı sırasında gördüğü Baek Sa-eon'un tırnakları aklına geldi.
Bir ya da iki tanesi değil, birçok tırnağı morarmıştı.
'Ne olmuş olabilir ki?'
Bir de şu altın balık meselesi...
Düşüncelere dalmışken, Heejoo birasını son damlasına kadar içip telefonu eline aldı.
Bu belki de son konuşmaları olacaktı.
"..."
"..."
Sonunda, tık sesiyle hat bağlandı ama karşı taraftan hiçbir ses gelmedi. İkisi de yalnızca nefes alıp veriyordu.
Önce Heejoo, dudaklarını araladı ve buğulu camdan dışarıya boş boş bakarak konuştu.
"Bugün nasıl geçti...?"
Çok sıradan, çok basit bir soruydu.
Ama aslında o kadar tuhaf hissediyordu ki...
Biraz ağlamak istiyor gibiydi.
Günün nasıldı?
Bütün bunları içtenlikle söylemek istiyordu ama sadece kendi içinde tekrar etti.
-"..."
"..."
Yine de iki taraftan da yalnızca yağmurun sesi duyuluyordu.
Bu da ona yeterli geldi.
Son olabileceğini düşündüğü için bu sessizlik ona bir şekilde hoş geliyordu.
...Çocukluğundan beri yağmurlu günleri hiç sevmezdi.
Tam o sırada, alçak ve çatallı bir ses konuşmaya başladı.
"Sudan, o balık kokusundan nefret ederdim."
Bir şekilde tanıdık gelen bir ifadeydi bu. Sudan nefret ettiğini söyleyen çocuğu hayal meyal hatırladım.
"Çocukken büyükbabamla balık tutmaya giderdim."
"..."
"O balık tutmayı severdi. Bu yüzden sık sık nehir kenarına giderdik. Bir gün suya düştüm..."
Aniden sözünü yarıda kesti.
Telefonun diğer ucundan gelen sağanak yağmurun sesi mi yoksa Heejoo'nun penceresindeki yağmurun sesi mi olduğunu ayırt etmek zordu.
"Ondan sonra sık sık kabuslar görmeye başladım."
"..."
"Kırmızı nehre düşüp derinlere battığım rüyalar..."
Heejoo, ilk kez onun iç dünyasına adım attığını hissetti.
"Suyun yüzeyinde belirsizce yansıyan bir görüntüde, dedem bana yukarıdan bakıyordu. Yanında ise küçük bir çocuk, ölüp gitmekte olan bana boş boş bakıyordu."
Bir anda gök gürledi.
Heejooo'nun omuzları hafifçe titredi.
"...Belki de bir ömür boyunca... evet, korkmuş olabilirim.
"..."
"Yeniden altüst olmaktan."
Heejoo, onun kâbuslarını tamamen anlayamazdı. Ama bugün, en azından bu an, anlamak istiyordu.
Baek Sa-eon’un da kendisi gibi korkulara sahip olması, aralarındaki mesafeyi biraz olsun kapatıyor gibiydi.
"Endişelenme."
"...O halde bir şarkı söyle."
"Ne?"
"Şarkı."
"Şarkı mı... İyi söyleyemem ki. Neden?"
"Küçükken, katlanamayacağım bir an olmuştu. O zaman arka sokakta saklanıp nefes almaya çalışıyordum, ve bir kız çocuğu bana çocuk şarkıları söylemişti."
"!.."
"Ama garip bir şekilde, o gece kâbus görmedim."
Kuru bir kahkaha attı.
"Sanırım sesi güzel olduğu içindi."
"...O zaman o çocuğu bulsana, neden benden söylememi istiyorsun?"
"406 ile ben seks yapmadık mı zaten?"
Bu arsız ifadeyle Heejoo'nun boğazına bir şey takıldı ve öksürmeye başladı.
"Öhöm, öhöm...!"
"Ağzınla yaptığın şeylerin yanında, bir şarkı mı çok olacak?
"!.."
O anda unuttuğu bir şey hatırladı.
Evet... metresiyle böyle aptalca konuşmalar yapıyordu.
Heejoo’nun kaşları çatıldı.
"Ben öyle şeyler yapmam."
"Ne gibi şeyler?"
Heejoo, elindeki boş bira kutusunu sıkıca ezdi.
"Babam gibi birine dönüşüp kendimi kaptırmak gibi."
Aşık olmak gibi.
Bu sözleri ise yalnızca içinde tuttu..
"O zaman yapma."
"!.."
Bu kadar kolay kabul etmesi Heejoo’yu şaşırttı.
"İstediğin gibi yaşa."
Birden kalbi sıkıştı.
"Ama unutma, 406 çok güzel biri. İnsanların onu sevmemesi imkânsız. Babandan farklı bir şekilde yaşasan da, baban kadar sevgi gösterebilen birini bulmalısın."
İçinde bir şeyler yavaşça yıkılıyordu.
"Bundan sonra, sadece o tür adamlarla birlikte ol ve yalnızca o tür bir sevgi al."
Babası gibi yaşamadan, ama böylesi bir sevgi alarak mı?
Hayatında hiç düşünmediği bir şeydi bu.
Baek Sa-eon, Heejoo’nun bırakmak istediği şeyi garip bir şekilde değiştirip ona teslim etmişti.
Telefonu elinde tutmasına rağmen, sanki camda onun yansımasını görebiliyordu.
Beraber olduklarını hissetmek...
Bu, garip ve büyüleyici bir deneyimdi.
"Eve... ne zaman döneceksin?"
Ve yağmurun gece boyu sürmesini istediği bir akşamdı.
"Şimdi."
***
Çok geçmeden yağmurdan sırılsıklam olmuş bir adam oturma odasına girdi.
Heejoo tam o sırada bir bira kutusunu daha açıyordu.
Birinin varlığını hissedip arkasını döndüğünde, Baek Saeon çoktan yanına gelmişti.
"!.."
Yüzü, sınırlarına ulaşmış bir insanın ifadesini taşıyordu. Bu, bastırılmış ya da kontrolsüz bir şiddet gibi görünüyordu. Her zaman ifadesiz olan bu adamın yüzündeki bu yeni ifade, Heejoo'yu şaşırttı.
Üzerindeki takım elbise yağmurdan kararmış, saçlarındaki su mürekkep gibi aşağı süzülüyordu.
Soğuk nefesleri ve tutuşmuş gözleriyle, buz gibi solgun yüzü ve morarmış dudakları onu tamamen etkisi altına almıştı.
Heejoo'nun zihni, o an yerinden sarsıldı.
Çünkü tam olarak o günkü gibi karşısında duruyordu.
Saçlarından düşen yağmur damlası, kirpiklerine konup yanaklarına doğru süzüldüğünde, Heejoo istemsizce elini uzattı.
Bu, kontrolsüz bir dürtüydü.
Hangisi önce davrandı, belirsizdi. Ancak dudakları buluştuğunda Heejoo'nun zihninde tek bir düşünce vardı.
En azından bir kez olsun, seni ben de sahiplenmeliyim. Yoksa pişmanlık duyarım.
Bu, hem kendine eziyet ettiği hem de kendini avuttuğu bir andı.
"I..!"
Baek Sa-eon'un dudaklarının hafifçe titrediğini fark etti. Vücutları birbirine değdiğinde, ara sıra gelen bir titreme hissediliyordu. Dudakları birbirine daha sıkıca kenetlenirken, teni soğuk olsa da nefesleri yakıcı bir sıcaklık taşıyordu.
Baek Sa-eon, bir çocuğun oyuncak bebeğine sarıldığı gibi Heejoo'ya tutundu. Bu, açıklanamaz bir çaresizlikti. Onun endişesi, Heejoon'a bulaşıyor gibiydi.
Heejoo'nun aklına, duvarın dibinde gözyaşlarını bastırmaya çalışan o çocuk geldi. Ellerini küçük Heejoo'nun gözlerinin önüne koymuş, titreyerek küfürler savuran çocuk...
Ne yapacağını bilemeden, kollarını yavaşça Baek Sa-eon'un geniş omuzlarına doladı. O çocuğun, artık buz gibi bir dış kabuğa bürünüp kaybolduğunu sanıyordu.
Hee-Joo bu kez küçük avucuyla adamın kan çanağına dönmüş gözlerini kapattı.
"!. "
Dudakları bir an duraksadı. Baek Sa-eon'un ürkekçe irkildiğini hissetti.
O an elinden gelen tek şey buydu.
"!. "
Tam o sırada güçlü kolları onu sarıp ayaklarını yerden kesti ve dudakları tekrardan buluştu.
Heejoo'nun kalbi parlayan şehvetten patlayacak gibiydi.
Farkına bile varmadan yatak odasına varmışlar ve yatağa yığılmışlardı.
Baek Saeon onun üzerine uzanıp adeta üzerindekileri parçalarcasına çıkardı. Boynunu ısırdı ve alnına, yanaklarına ve burun köprüsüne öpücükler bıraktı.
Bu gıdıklayıcı dokunuşlar, Heejoo'nun nefesini gittikçe daha da hızlandırıyordu.
Ç.N: Bu novelin çevirisine devam edilmeyecektir. Bu zamana kadar takip eden okuyucularımıza anlayışı için teşekkür ederiz.



Yaşasin yeni bölum gelmiş ama sadece 1 bölum🥹🥹🥹okursam hemen biter
YanıtlaSilÇok üzüldüm devam etmeyecegine😔 😔😔😔sakıncası yoksa nedenini sorabilirmiyim😢😢😢
YanıtlaSilTelif hakki falan mı?oyüzden mi devam etmiyorsun😭😭
YanıtlaSil