How to Hide the Emperor's Child - 45. Bölüm (Türkçe Novel)


Markiz, Theor’u sanki çömleği o kırmış gibi suçlamaya çalışmıştı ama İmparatorun müdahalesi yüzünden başaramamıştı. O çömlekler önceki imparatorun yadigarları olduğundan çok önemlilerdi. Zarar veren her ne kadar küçük bir çocuk olsun, cezadan kaçamazdı. Astelle de yeğenini pek bir sevdiğinden, bu şekilde Marianne’nin intikamını alabileceğini düşünmüştü.

Astelle de aptal değildi.

Bunun Markiz’in işi olduğunu anlamaması imkansızdı. 

‘Belki de… Beni zehirlemeye çalışacak…’

Korkmaya başlayan Markiz, başka bir olasılığı daha fark etti.

‘Hayır… belki de kızım Florin’i…’

Velihat Prenses iken Astelle’in şimdiki imparator Kaizen’e ne kadar bağlı olduğunu görmüştü. Astelle’in gözleri Kaizen’e aşk ile bakıyordu. O duyguların kolayca silinip gitmiş olmasına imkân yoktu. Zavallı Marianne de bunu fark etmiş olmalıydı.

‘İmparatoriçeyken tahttan indirilip sürgüne gönderildi. Genç ve güzel Marianne’i Majestelerinin yanında görünce kıskanmış olmalı…’

Şimdi de Florin’den kurtularak Markiz’den intikam almayı planlıyordu. 

‘Keşke odasına girip araştırabilseydim. Kesin zehri orada bulurdum.’

Ancak Astelle artık İmparator tarafından davet edilmiş bir misafirdi. Açık bir sebep olmadığı sürece Markiz yanına yaklaşamazdı. Hizmetçinin tanıklığı hala yeterli değildi.

Hizmetçiye “Katılacağımı bildir.” Dedi.

‘Partiye bizzat katılıp onu kendi gözlerimle izlesem daha iyi.’

***

“Tamamlandı, Leydi Astelle.” Dedi Hannah tarağı bırakırken.

Astelle makyaj masasının önünde oturuyordu. Açık sarı saçları gevşek bir şekilde toplanmıştı. Beyaz zambaklarla işlenmiş mavi bir elbise giymişti ve sade bir saç modeli vardı. Yuvarlak bir inciden yapılmış şakayık tokası takmıştı.

“Teşekkür ederim Hannah. İyi iş çıkardın.”

Hannah’nın kahve gözlerinde geçmişe dair belli belirsiz anılar canlanmıştı. Astelle’e böyle giyinip süslenmesi için yardım ederken eski anıları aklına gelmişti. Astelle de benzer bir duygu hissetti. 

Makyaj masasının önünde otururken ve Hannah onun saçını yaparken sanki altı yıl öncesine dönmüştü. Başkentte sosyal davetlere prensin nişanlısı olarak katıldığı zamanlara…

“Hadi gidelim.”

Astelle, Hannah ile bahçedeki çay evine doğru yol aldı. Çay salonuna yaklaştıkça beyaz akasya çiçeklerinin ferahlatıcı kokusu yükseliyordu. Berrak gökyüzüne karşı yapraklarını sarkıtmış çiçek salkımları göz kamaştırıcıydı.

Onlardan önce çay salonuna gelenler vardı. Astelle yüzüne bir ‘hoş geldiniz’ gülümsemesi kondurarak içeri girdi.

“Markiz, uzun zamandır görüşemedik.”

Croychen Markizi bakışlarını ona çevirdi. “Leydi Astelle.”

“Demek siz de davet edildiniz. Benden başka hanımların da olmasına sevindim. Kont’un düzenlediği çay partisine sadece beyefendilerin gelmesinden endişeleniyordum.” Astelle rahat bir şekilde gülümsedi ve yumuşak bir sesle konuştu. 

Markiz tam ağzını açıp konuşmak üzereydi ki yanındaki siyah saçlı kızı aceleyle konuştu. “Sizinle tanıştığıma memnun oldum Leydi Astelle. Ben Florin, Croychen ailesinin ikinci kızı.”

‘Oh, demek Leydi Florin bu…’

Florin, Marianne’ın kız kardeşiydi ve yeni imparatoriçe olmak için güçlü bir adaydı. Astelle, Marianne'in küçük kız kardeşi olduğu için güzel olacağını tahmin etmişti ama Marianne'den biraz farklı görünüyordu. Sarı parlak saçlı Marianne’in aksine Florin, siyah yumuşak görünümlü saçlarıyla oyuncak bebek gibi görünüyordu. Ve beklediğinden daha gençti. Astelle’e bakan ametist-moru gözleri merakla parlıyordu.

İfadesi epey sevimliydi doğrusu.

“Sizinle tanışmak bir şereftir Leydi Astelle.”

“Ben de sizinle tanıştığıma memnun oldum, Leydi Florin.”

Bu onunla ilk karşılaşmasıydı. Astelle, daha önce başkentte yaşarken Markiz ve Marianne’i birkaç kez görmüştü ama ikinci kız Florin ile hiç tanışmamıştı.

Florin, Astelle'in düşüncelerini onaylarcasına gülümsedi ve konuştu, “Gençken zayıf ve çelimsiz olduğumdan Croychen'in arazisinden hiç çıkmamıştım. Bu yüzden Leydi Astelle'i hiç görme şansım olmadı ama şimdi sizinle tanışma şansı bulduğum için çok mutluyum.”

“Ah… Rahatsız mıydınız?”

“Gençken biraz hastaydım. Ama şimdi çok daha iyiyim.”

Astelle şimdi ona baktığında inci beyazı teninin solgun olduğunu fark etti. 

“Bu arada Kont…” Neden partinin sahibi olan Vellian hala gelmemişti? Astelle etrafına bakarak sormak üzereydi. 

O sırada çay salonuna yeni kişiler girdi. Masayı inceleyen Florin ve yüzünde bir sırıtmayla oturan Markiz aceleyle ayaklanıp dizlerini büktü ve başlarını eğdi.

“Selamlar Majesteleri İmparator.”

İçeri giren kişi Kaizen’di.

Şaşıran Astelle de onu selamlamak için aceleyle eğildi.

“Astelle.”

“Majesteleri.”

Kaizen’i arkadan takip eden Vellian da içeri girdi. “Oh, herkes gelmiş.” Astelle ona ‘nasıl oldu bu?’ der gibi bir akış attı ama Vellian onu görmezden gelmişti.

‘Ne kadar da kaba.’

Astelle'in sert ifadesinden memnun olan Vellian, Kaizen'e nazikçe teşekkür etti. “Majestelerinin ilk çay partime katılması benim için tarif edilemez bir onur.”

Katılımcılar ortadaki masanın etrafına oturdular. Markiz ve Florin yan yana oturuyorlardı ve Astelle, Vellian'ın yanında oturuyordu. Kaizen ise elbette en masanın en başındaki koltuğa oturmuştu. 

Hizmetçiler masadaki beyaz fincanlara hoş kokulu çayları dolduruyorlardı. Salonun içi kendi tarzında güzeldi. Tüm duvarlar açık yeşil renkte yeşim taşındandı ve yerdeki mermerler maviydi. Pencereler nane rengi ipek perdelerle güzelce örtülmüştü. Çay partileri rahat bir sosyal toplanmaydı. Davetli tüm hanımlar oturup çay içerken sohbet ederdi. Hava güzelse bahçede yürüyüşe çıkılır veya atmosferi canlandırmak için müzik dinlenirdi. Yaklaşık bir-iki saat süren kısa bir etkinlikti. Çoğu insan yakınlarını davet ederdi bu yüzden basit ve samimi bir ortam olurdu.

Ancak samimi bir ortam yerine bu masada yalnızca rahatsız edici bir sessizlik vardı.

Kaizen ve Astelle boşanmıştı ve Florin, Kaizen'in gelecekteki eşi olarak bahsedilen genç hanımdı.

Florin'in annesi Markiz, Astelle'i düşmanı olarak görüyordu.

Vellian bile, Astelle'in gerçek niyetlerini anlamaya ve onu aptalca bir şey yapmaktan alıkoymaya çalışan bir hava yaratmaya çalışıyor gibiydi. 

Böyle bir durumda, atmosfer pek iyi sayılmazdı.

Sonra canlı bir ses, ağır sessizliği ortadan kaldırdı. “Bugünkü çay partisine çay ve tatlı getirdim. Başkentten getirilen malzemelerle yapılmış özel bir tatlı. Çok lezzetlidir.” Florin sevimli bir şekilde konuştu ve Astelle’e nazikçe gülümsedi. 

“Nasıl olacağını merakla bekliyorum.” Dedi Astelle.

“Eğer sizin için uygunsa, getirdiğim tatlıyı servis edin.” Florin’in emri üzerine hizmetçiler tepsideki tabakları masaya getirdiler.

Florin’in getirdiği tatlı yeniden canlandırılmış meyvelerden yapılmış bir tarttı. Astelle tartın içindeki meyveyi gördü ve duraksadı. 

Bu Lintail meyvesiydi.

Yalnızca başkentte yetişen bir meyveydi. Sadece başkentte tadına bakılabilen özel bir meyve olduğu için doğuda hiç görmemişti. Astelle altı yıl önce başkentten ayrıldığından beri bu meyveyi ilk defa görüyordu.

Sulu ve tatlı meyve hoş bir koku yayıyordu. Lezzetli görünüyordu, ancak Astelle tatlı tabağına dokunmadan sadece çay içmeye devam etti. 

“Tatlıyı beğenmediniz mi?” Florin’in dikkatli sorusuna Astelle gülümseyerek cevap verdi. 

“Bu meyveyi pek sevmiyorum.”

“Ah… Özür dilerim. Önceden sormalıydım.”

“Sorun değil. Endişelenmeyin.”

Aslında sadece beğenmiyor değildi, yiyemiyordu da. Astelle'in Lintail meyvesi yediğinde ateşi çıkıyor, tuhaf bir alerjik reaksiyon gösteriyordu. Bir keresinde yediğinde birkaç gün yataktan kalkamamıştı. 

O sırada Hannah, elinde çaydanlıkla Astelle’e yaklaştı. Sonra eli kaydı ve çaydanlığı düşürdü.

“Ay …!” Astelle'in yanında oturan Vellian, çay fincanını elinden bıraktı ve bağırdı.

Masaya dökülen çay bir anda masanın üzerinden aşağı aktı. Beyaz seramik çaydanlık yere düşüp paramparça olmuştu. Sıcak çay her yere sıçradı.

“Özür dilerim Kontum. Lütfen beni bağışlayın…” Hannah yere çöküp af dilemeye başladı. Astelle de ayağa kalktı.

“Kont Vellian, çok üzgünüm. Hizmetçim nasıl böyle bir hata yapabilir…?”

Neyse ki Vellian ciddi şekilde yaralanmamıştı ve sadece kıyafetleri ıslanmıştı. Astelle sıcak çay içemezdi, bu yüzden çayı her zaman biraz ılık hazırlanırdı.

Yorumlar