Amidst a Snowstorm of Love 4. Bölüm (Türkçe Novel)
Lin Yiyang ve Wu Wei büyük bir otoparkın yanında binecekleri otobüsü bekliyorlardı.
Son iki gündür havalar ısınmasına rağmen rüzgar hala kuvvetliydi ve hava karardıkça sıcaklıklar daha da düşüyordu.
Wu Wei ellerini montunun cebine soktu ve ısınmak için ayaklarını yere vurdu. Lin Yiyang tek eliyle telefonla oynamaya devam ediyordu ve hâlâ gülüyormuş gibi görünüyordu. Neye gülüyor? Wu Wei görmek istedi ama Lin Yiyang'ın dirseğiyle onu uzaklaştırdı.
Gelen otobüs insanlarla dolu görünüyordu. Sürücü pencereden Lin Yiyang'ı görüp frene bastı ve seslendi. "Geliyor musunuz?"
Lin Yiyang telefonunu eline alıp bir arama yaptı ve karşı tarafın açmasını beklerken cevap verdi. "Araba çok dolu, sonrakine bineceğiz."
Sürücü sahte bir nenezakle gülümsedi ve sigara izmaritini atarak yoluna devam etti.
Otobüsün farları kıyafetlerine düşüyordu. Yarım adım kenara çekilip araçtan kaçındı.
Telefon açıldı.
Telefondaki kişiye "İki çocuğu benim yerime misafir et. Halletmem gereken bir işim var o yüzden ben ilgilenemiyorum." dedi. "Evet, oyun için şartım bu."
***
"Kabul ettin mi?" Yin Guo şaşırdı.
Asansörün kapısı açıldı ve takım elbise giymiş iki adam içeri girerek aralarına girdi.
"Cidden ama." Yin Guo asansör duvarına yaslandı ve alçak sesle Çince olarak söylendi.
"Hayır, bir arkadaşının gelip yemekleri ödeyeceğini söyledi." Kendi gözleriyle görebilmesi için telefonunu iki adamın arkasından Yin Guo'ya uzattı. "Ona arkadaşının gelmesinin sorun olmayacağını ama ödemeyi kendimin yapacağını söyledim."
Yin Guo sıradan bir şekilde ettikleri sohbet kayıtlarına baktı.
Lin Yiyang pek cevap vermemiş ve yolda olduğunu söylemişti. Meng Xiaotian'a verdiği cevapta onların uzaktan gelen misafirler olduklarını ve doğal olarak ilgilenmesi gerekenin kendisi olduğunu söylüyordu. Yabancı bir ülkede bile olsalar Çinlilerin görgü kuralları geçerli olmalıydı.
Meng Xiaotian başlangıçta onu akşam yemeğine davet etmek istemişti ama elbette kabul etmemişti.
Birkaç yazışmadan sonra Lin Yiyang, Washington'da kaç gün kalacaklarını merak edince Meng Xiaotian, Yin Guo'nun New York'tan çok uzun süre ayrılamayacağını, bu yüzden sadece bir gecelik otel rezervasyonu yaptıklarını ve yarın öğleden sonra yola çıkacaklarını söylemişti.
Lin Yiyang'a buraya ne zaman döneceğini sorunca kesin bir yanıt alamamıştı.
Son cevabı şuydu:
Lin: Sonra görüşürüz.
Sonuç olarak, hevesli Meng Xiaotian, Lin Yiyang'ın konukları ağırlama önerisini reddetse de hâlâ o restorana karşı bir takıntısı vardı. Odaya vardığında yaptığı ilk iş rezervasyon için telefon etmek oldu. Ne yazık ki doluydu.
İkili, otelin restoranında hızlıca akşam yemeklerini yedikten sonra Meng Xiaotian'ı bir dizi fotoğraf çekmesi için yakındaki Beyaz Saray'a götürdü ve sonra doğrudan otele geri döndü.
Otel rezervasyonunu son dakika telaşıyla yapmak zorunda kaldıkları için yalnızca büyük yataklı tek oda bulabilmişlerdi. Kuzenlerden biri yatağın başında, diğeri yatağın ucunda olmak üzere kıyafetleriyle ve çok memnuniyetsiz bir şekilde uyudular. Yin Guo Washington'a vardıklarında hemen uzanıp rahatça uyuyabilecekleri iki adet tek kişilik oda ayarlayacaktı. Duş aldıktan sonra yorganın altına girmek için sabırsızlanıyordu.
"Erken kalkıp yakınlardaki müzeleri görmeye gitmelisin, çok fazlalar."
Bu Yin Guo'nun uykuya dalmadan önce söylediği son cümleydi.
Yüzüne düşen güneş ışığıyla uyandı.
Küçük yemek masası ve çalışma masasının üzerinde dün gece sipariş ettiklerin yiyeceklerin paketleri duruyordu ama kuzeni gitmişti. Yatakta gerinip birkaç kez Meng Xiaotian'a seslendi ama kimse cevap vermedi.
Yin Guo tembelce yorgana sarıldı ve Xiaotian'a Wechat'ten mesaj gönderdi. "Neredesin? Müzede mi?"
Tiantian: Georgetown'dayım.
Xiaoguo: Tek başına mı gittin?
Tiantian: Hayır, Lin abi özellikle sabah beni uyandırdı ve bir arkadaşından beni NYU'yu gezdirmeye götürmesini istedi.
Xiaoguo: Sana karşı çok nazik.
Tiantian: Evet, iyi bir adam. Biraz bekle, gelince sana aşağıdan öğle yemeği ısmarlayayım.
Yin Guo dönüp yataktan kalktı.
O adam soğuk görünüyordu ama Meng Xiaotian'la gerçekten ilgileniyordu.
Terliklerini giyerek banyoya gitti, çekmeceyi açtı ve yeni bir diş fırçası kutusunu çıkardı. Yaptığı işe ara verip odaya tekrar döndü. Telefonunu bulmak için yastığın altına elini soktu ve Lin Yiyang'a bir teşekkür mesajı gönderdi.
Xiaoguo: Bir arkadaşından kardeşimi okulu ziyarete götürmesini istemişsin, teşekkür ederim.
Lin: Rica ederim.
Xiaoguo: [gülen yüz]
Lin: [kahve]
Görünüşe göre söyleyecek hiçbir şeyi yoktu.
Duvara yaslandı ve telefonunun kenarını hafifçe duvara vurdu. Onun soğuk tavırlarından çekiniyordu. Bu kadar az konuşan biriyle nadiren karşılaşılınırdı. Görünüşe göre kuzeniyle daha uyumlulardı. Unut gitsin, daha fazla buna kafa yormak istemedi.
O günden sonra Yin Guo, Lin Yiyang ile bir daha özelden konuşmadı.
Ona, kendisiyle hiçbir ilgisi yokmuş gibi, sadece kuzeninin Amerika'daki yeni arkadaşıymış gibi davrandı.
İkili New York'a döndükten sonra otelde hızla iki küçük oda ayarladılar, birkaç günlük ihtiyaçlarını satın aldılar ve resmi olarak geçici mekanlarında yaşamaya başladılar.
En son buraya geldiğinde ona Zheng Yizuo rehberlik etmiş ve standart turist güzergahı olan tüm önemli yerleri gezdirmişti. Bu yıl oralara tekrar gitmek istemedi ve Meng Xiaotian'ı etrafı keşfetmesi için tek başına gönderdi. Elinde harita uygulaması varken kaybolmazdı.
İkisi her gün sabahtan öğlene kadar etrafta dolaşıyor, çoğunlukla birlikte yemek yiyordu. Öğleden sonra ise yollarını ayırıp kendi işlerini hallediyorlardı.
Sonuçta hâlâ yarışmaya hazırlanmak için antrenman yapması gerekiyordu.
Bundan sonraki hafta boyunca Lin Yiyang'ın adı Meng Xiaotian'ın ağzından düşmez oldu. Lin Yiyang'a gezebileceği yerler, yapabileceği aktiviteler konusunda tavsiyeler veriyordu. Yin Guo etrafta yeni arkadaşından bahsetmesini dinlerken sürekli mahcup bir şekilde teşekkür etmek isteği yerine, yavaş yavaş onun varlığına alıştı.
Cumartesi günü Yin Guo geç uyandı.
Meng Xiaotian tam dişlerini fırçaladığı sırada geldi.
"Bugün nereye gitmek istersin?"
"New York üniversitesinin yakınlarında bir yere." Kuzeni kapıya yaslanıp cevap verdi.
Yin Guo ağzını çalkalayıp sildi.
"Oraya birkaç kez gitmemiş miydin?"
Meng Xiaotian ona kafenin ekran görüntüsü gösterdi. "Güzel bir yere benziyor. Buraya gitmek istiyorum."
Caffe Reggio isminden etkilenmişti.
Zaten aklında başka bir yer olmadığı için oraya gitmelerinde sakınca yoktu.
"Geldiğimiz gün gittiğimiz bara yakın sanırım burası."
"Gerçekten mi?" Kuzeni ilk buraya geldiklerinde yönleri şaşırmış ve barın nerede olduğunu bulamamıştı.
"Evet, yanından geçerken sana da gösteririm."
Yin Guo uzun saçlarını taradı ve gevşek bir at kuyruğu yaptı, böylece kar yağar da şapkasını takması gerekirse dağılmasından korkmayacaktı.
Dikkati dağılmış halde yürürken yanından geçtikleri mağazaları tanıdığını fark etti.
Kafenin kapısına vardıklarında, isminden neden bu kadar etkilendiğini nihayet anladı. Rengi çok çarpıcıydı.
Tamamen yeşile boyanmış duvarları ve tenteleri unutmak zordu. O sırada, kaz tüyü ceketlere sarınıp rüzgara aldırmadan sohbet eden iki genç dışında dışarıdaki sandalyeler boştu. Camdan içeri baktığında ise çok sayıda müşteri olduğunu gördü, neredeyse doluydu.
"Boş yer yok mu?"
"Sorun değil." Meng Xiaotian gizemli bir şekilde gülümsedi.
Yin Guo ona tuhaf bir şekilde baktı. İçerisi aşırı kalabalıktı ama o halinden gayet memnun bir şekilde gülümsüyordu.
"Lin abi rezervasyon yaptırdı."
Lin Yiyang mı?
Yanlış anladığını düşündü. "Onu mu çağırdın?"
Kuzeni kapıyı iterek "O bizi çağırdı." dedi. "Sana önceden söylememi istemedi. Zamanında yetişebilirse bizimle buluşacak. Gelemezse sadece ikimiz eğleneceğiz."
Yin Guo'yu sırtından iterek kafeye girmeye yönlendirdi.
Cam kapı gıcırdayarak arkalarından kapandı.
Duvarların her tarafına süslemeler asılmıştı ve insanlar neşeli bir şekilde sohbet ediyordu. Çok fazla müşteri olmasına rağmen pek Asyalı yoktu, bu yüzden onu hemen fark edebildi.
Koyu kırmızı kanepenin köşesinde kocaman bir yağlıboya tablonun altında oturuyordu.
Duvara yaslanmıştı, üstünde siyah bir kapüşonlu vardı ve montunu da sandalyesinin arkasına koymuştu. Masa küçük ve kendisi uzun olduğu için bir kolunu küçük yuvarlak masaya, diğerini de dizine koymak zorunda kalmıştı.
İnsanlar en çok anadillerine karşı duyarlıdır. Çince konuştuklarını duyduğu anda onların geldiğini anlamıştı.
Gözlerini kaldırıp ona baktı.
Bu ikinci görüşmeleri miydi?
Yin Guo bilinçsizce ondan iki veya üç adım uzakta durdu.
Mesajlaşarak çok konuşmuşlardı ama hâlâ yabancıydılar. Dış görünüşü tanıdık gelse de gündüz bakınca... barda kalan ilk izlenimlerinden biraz farklıydı.
Lin Yiyang'ın gözleri her zaman onun üzerindeydi.
Yin Guo onun bakışları altında yavaşça masaya yaklaştı, sırt çantasını çapraz olarak sandalyenin arkasına astı ve kuzeninin yanına oturdu. Masa gerçekten çok küçüktü.
Menüyü önlerine itti. "Ne yemek istersiniz?"
"Sen ne tavsiye edersin?" diyerek geri verdi. "Burayı pek bilmiyoruz."
Lin Yi Yang başını salladı ve reddetmeden doğrudan onlar için tiramisu ve kahve, kendisi için de panini söyledi. Doyurucu bir yemek sipariş ettiğine göre öğle yemeği yememiş ve doğrudan gelmiş gibi görünüyordu.
Sipariş verdikten sonra üçünün arasında kısa bir sessizlik oldu.
Yin Guo, onunla konuşmasının Wechat'teki kadar soğuk olmasından çekindiği için başını eğdi ve telefonuna baktı.
Bir süre arkadaşlarının paylaşımlarını inceledikten sonra Weibo'ya girdi. Son olarak yapacak bir şeyi kalmayınca mesaj kutusunu temizlemeye başladı ve Lin Yiyang ile olan konuşmalarını gördü.
Son konuşmaları on gün önceydi ve son mesaj da kahve emojisiydi.
Onunla tekrar buluşup kahve içmeyi beklemiyordu.
İkisinin de konuşmadığını gören Meng Xiaotian, durumu düzeltmek için atıldı. "Havalar ne kadar da soğuk değil mi?"
Böylece üniversitedeki bölümü ve oturdukları kafe hakkında sohbete başladılar. Lin Yiyang ona buranın 20. yüzyılın başlarında inşa edildiğini söyledi. Geçtiğimiz yüz yıl boyunca burası sanatçıların ve yazarların buluşma yeri olmuş, yani Hemingway gibi bir edebiyat devinin ünlü olmadan önce buraya gelmiş olması çok mümkündü. Belki de 'Çavdar Tarlasında Çocuklar' kitabının bazı sayfaları burada yazılmıştı. Uzun zamandır var olan yerlerde her zaman küçük efsaneler türetilir ve doğal olarak bu da mekanı daha çekici hale getirirdi.
Lin Yi Yang ayrıntılara girmeden birkaç kelimeyle anlattı.
Yin Guo önündeki masaya ve duvarlarda asılı olan perdelere baktı.
Konuşmasını dinlemek iyi hissettiriyordu.
Kahve servis edildiği sırada Zheng Yi'den mesaj geldi.
Yin Guo'ya bugün nerede olacağını soruyordu. New York Üniversitesi'nin yakınlarında olduklarını duyunca oradan bir şey istediğini ve kendisi için alıp alamayacağını sordu.
Sorun alışveriş yapmanın zahmetli olması değil, mağazanın adını tam olarak hatırlayamamasıydı.
Zheng Yi: Lin Yiyang'a sorsana. Caffe Reggio'yu bilen biri burayı da bilir.
Yin Guo yardım istemek için kendini hazırladı. "Arkadaşım burada kahve çekirdekleri satan küçük bir dükkan olduğunu söyledi. Birçok mekan oradan çekirdek satın alıyormuş ve müşteri çekmek için de kapılarına kahve çekirdeklerinin nereden geldiği hakkında bilgilendirme tabelaları asıyorlarmış. Nerede olduğunu biliyor musun?"
Lin Yiyang bir süre düşündü ve "Seni oraya götürürüm." dedi.
"Buna gerek yok, adını söylemen yeter. Haritadan konumuna bakıp kendim bulurum."
"Yolumun üzerinde." diye cevap verdi.
Çok vaktini almaktan çekindiği için kahvesinin kalanını hızlıca içti. "Hadi gidelim o zaman."
Asıl niyeti onun zamanını boşa harcamamaktı ama çok acıkmış da yiyecekleri ağzına tıkıyormuş gibi görünüyordu...
Lin Yiyang boş kahve fincanına eğlenmiş bir şekilde baktı. Yüz ifadesi 'Çok mu acelen var?' der gibiydi.
Bu bakış, bu ifade ve bu gülümseme; ilk tanıştıkları gece, kokteyli pipetle karıştırıp şüpheyle içkiyi incelediğini gördüğü zamankiyle aynıydı. Yin Guo ynlardan çıkan saçlarını bilinçsizce kulaklarının arkasına sıkıştırdı, kendini çok rahatsız hissediyordu.
Meng Xiaotian bu kısa ve hoş konuşmayı tamamen kaçırdı.
Kalkacaklarını duyar duymaz tatlısını ve kahvesini hızla midesine indirdi ve ağzını bir peçeteyle sildi. Tekrar onlara döndüğünde ikisinin kalkmış ve sessizce montlarını giymiş olduklarını gördü.
"Siz ikiniz çok hızlısınız." Meng Xiaotian içini çekti.
Neden kendini bu kadar fazlalık hissediyordu?
(Ç.N: Kıyamam bebeğimsuu fazlalıksın çünkü 😂)
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm »
Yorumlar
Yorum Gönder