Amidst a Snowstorm of Love 1. Bölüm (Türkçe Novel)

during the snowstorm türkçe novel 1. bölüm

Camın üzerindeki silüet yarı saydamdı ve yavaşça sallanıyordu.

İçeri sızan loş ışık sokağın yarısını zar zor aydınlatıyordu. Yola büyük siyah bir gölgenin düştüğünü ve bir şeyin arabanın tavanına çarptığını gördü. Ardından hemen arabanın alarm çaldı.

"Bu ses de ne?" telefonun diğer ucundaki kişi sordu.

"Ağaç kırıldı ve bir arabaya çarptı."

Yin Guo, sol kulağını kapattı ve yüksek sesli müziğin ortasında arkadaşının sözlerini net bir şekilde duymaya çalıştı.

"Felaket bir kar fırtınası var. Şu anda sıcaklığın kaç olduğunu biliyor musun? Eksi yirmi beş."

"Kim sana kışın gitmeni söyledi? Seni uyarmıştım." dedi Zheng Yi, hâlâ ona gülüyordu. "Kışın New York'ta kar fırtınaları çok yaygındır, o yüzden sana bol şanslar."

Yin Guo'nun şikayet edecek enerjisi bile yoktu. "Üç gün üç gecedir duş almadım. Bu gece bir otel bulmama yardım etmelisin."

"Bekle, kontrol ediyorum."

Yin Guo telefonu kapatıp kuzeni Meng Xiao Tian'a yorgun bir şekilde döndü. "Biraz bekle, Zheng Yi otel arıyor, birazdan haber verecek."

Meng Xiao Tian iyi vakit geçirdiği için umursamadı. "Eğer bulamazsa, bütün gece burada kalabiliriz."

Yin Guo onun kadar enerjik değildi. Barın üzerine yığılıp kaldı ve pencereden dışarı baktı.

On yılın en şiddetli kar fırtınasıyla karşılaşacağı kimin aklına gelirdi?

İlk olarak uçağı on saatlik bir gecikmenin ardından Başkent Havalimanı'ndan havalandı ve uçsuz bucaksız deniz üzerinden New York'a uçtu. Kar fırtınasından dolayı iniş yapamadı ve iki saatten fazla gökyüzünde kaldıktan sonra Chicago'ya indi.

O gece Chicago'daki otellerin hepsi dolu olduğu için havayolu şirketi konaklama ayarlayamadı.

İki kuzen mahsur kalan diğer yolcularla birlikte bekleme salonunda yerlerde uyuyup ertesi günkü uçuşu beklediler.

Ertesi sabah havaalanı tuvaletinde yıkandılar ve büyük bir heyecanla yola çıkmak için hazırlandılar. Ancak, New York'a giden uçağa bindirilmeden önce akşam saatlerine kadar beklemek zorunda kaldılar.

Nihayet şansları yaver gitti ve sonunda vardılar.

Uçak durur durmaz hostes, park yeri bulunmadığını, kimsenin uçaktan inemeyeceğini ve havaalanı düzenlemelerini beklemek zorunda olduklarını bildirdi.

Bütün geceyi havalimanında uyuyarak geçiren grup, bu sefer de uçakta uyumaya devam etti.

Altı saatlik uykunun ardından anons sesiyle uyandı. Kırmızı gözleri ve dik tutamadığı kafasıyla uçaktan inmek için sıraya girdi.

Yin Guo uçaktan indikten sonra banka oturdu ve valizini beklerken tekrar uykuya daldı.

Valizi nihayet taşıma bandında göründüğünde akşam olmuştu.

Nihayet ışığa kavuştuğunu sanırken otelden bir telefon aldı. Zamanında giriş yapmadığı için her iki oda da iptal edilmişti.

Dokunsalar ağlayacak bir vaziyette çıkış kapısında durdu.

Şans eseri, Chicago'daki havaalanında birlikte kaldıkları Çinli kız onu durdurdu ve ailesinin arabasıyla onlara yardım edebileceğini, böyle bir kar fırtınasında taksi bulmanın imkansız olacağını söyledi. Havaalanında kalmaktansa arabayla Manhattan'a gitmelerini önerdi.

İyi kalpli insanların yardımıyla Yin Guo ve kuzeni Manhattan'a geldiler. Dışarıdaki kar fırtınasına rağmen en azından şarapları ve yiyecekleri vardı.

Birisi arkasındaki donmuş cam kapıyı iterek açtı.

Soğuk rüzgar acımasızca ensesine vurmasıyla ürperen Yin Guo, kaz tüyü ceketinin yakasını yukarı çekti.

Meng Xiao Tian da ceketine sıkıca sarıldı: "Lanet olası şey. 'Yarından Sonra' filmine ışınlandık sanki."

Kesinlikle aynı düşüncedeydi.

Film de New York'ta geçiyordu. Donmuş Özgürlük Anıtı, denizde yükselen yolcu gemisi ve herkesi kurtaran kütüphane... Yin Guo en çok felaket filmlerini izlemeyi severdi. Bu filmi de on yedi ya da on sekiz kez izlemişti ama sonunda bunun kendi başına gelmesini hiç beklemiyordu.

Şu anda cep telefonu, dışarıda havanın -25° olduğunu ve soğuk rüzgarın da etkisiyle hissedilen sıcaklığın -40° olduğunu gösteriyordu.  En kalın montlarını giymiş olsalar da bu hava için yeterli değildi.

Valiziyle arabadan indikten sonra soğuktan neredeyse donmak üzereydi.

Yin Guo telefonunu Meng Xiao Tian'ın önüne koydu ve Zheng Yi'den arama gelirse onu uyandırmasını söyledikten sonra montunun şapkasını kafasına geçirip başını masaya dayadı ve rahatlamak için gözlerini kapattı.

"Gerçekten çok soğuk." Meng Xiao Tian yanında bir şeyler fısıldıyordu.

Yin Guo'nun kafası karıştı, önündeki kızarmış tavuk kanatlarının kokusunu alıyordu, yemek istiyordu ama hareket edemeyecek kadar yorgundu.

Sahnedeki grup, güneşli bir günü andıran, yaza dair görüntüler gibi melodik bir tonda eski bir şarkıyı seslendiriyordu. Solist, hayran olduğu kıza fısıldıyor gibiydi. Ondan derinden etkileniyordu,  büyülenmişti, aşıktı ama aynı zamanda çekingendi ve ne yapacağını bilemeyerek tereddüt ediyordu. Daha yakın - 

"Sarı."

"Abla." Meng Xiao Tan ona seslendi.

"Hıı." Yin Guo mırıldandı.

"Xiao Guo." Meng Xiao Tian sanki gerçekten bir şey olmuş gibi onu dürttü.

Yin Guo son gücünü kullanarak başını kaldırdı ve gözlerini açtı.

Bulanık görüşünde tuhaf bir şey belirdi: bir kadeh içki.

Ve tabii ki kadehin arkasında biri vardı.

Genç bir adam.

Siyah kışlık ceket giyiyordu ve kafasına siyah bir şaka geçirmişti. Saçının ne kadar uzun olduğu anlaşılmıyordu ama uzun olmadığı belliydi. Gözbebekleri karanlıktı. Açık tenli, ince yüzlü, sivri çeneliydi ve burun köprüsü Avrupalılarınki kadar yüksek olmasa da yüksekti.

Asyalı gibiydi.

Çinli olabilir miydi? Henüz konuşmadığı için emin olamıyordu.

Adam "Buyurun." dedi.

Gerekten Çinli miydi?

Yin Guo şapkasını çıkarıp dik oturdu.

Tam konuşacakken başka bir Çinli gözlüklü adam geldi ve ikinci kadehi Meng Xiao Tian'ın önüne koydu. "Bu da senin."

"Hiç gerek yoktu, teşekkürler." Meng Xiao nazikçe gülümsedi.

Gözlüklü adam "Rica ederim." dedi "Biz yurttaşız."

Meng Xiao Tian hemen Yin Guo'yu onlara tanıttı. "Bu benim kuzenim."

Birbirlerini tanıyorlar mı? Nasıl olabilir? Meng Xiao Tian ilk kez New York'a geldi.

Yin Guo kuzenine baktı.

Meng Xiaotian ona, "Sen telefonla konuşurken yandaki masaya geldiler." diye açıkladı. "Çince konuştuklarını duyunca ben de buranın hangi içeceğinin iyi olduğunu sordum."

Gözlüklü adam kibarca sordu. "Otel bulamadınız mı? Burada mahsur mu kaldınız?"

Bu havada hiç kimse eğlence için bara üç büyük valizle gelmezdi. Onların burada mahsur kaldığını düşünmesi normaldi.

Meng Xiao Tian atılgan bir tavırla cevap verdi. "Evet, aslında bir otel rezervasyonu yapmıştık ama iptal edildi. Şimdi bir arkadaşımızın yenisini bulmasını bekliyoruz. Umarım bulabilir yoksa yarın sabaha kadar burada beklemek zorunda kalırız. Neyse ki yiyecek içecek bir şeyler var."

Gözlüklü adam gülümsedi. "O taksi çağırdı. Oteli ayarlayabilirseniz önce sizi gereken yere götürür."

O diye bahsettiği kişi pek konuşmayan adamdı.

"Bu harika." dedi Meng Xiao Tian sevinçle.

Gözlüklü adam gülümseyerek, "Rezervasyon olana kadar bekleyelim." dedi. "Eğer yetişmezse sizi metroya bırakırım. Metroyla neredeyse her yere gidebilirsiniz."

Meng Xiaotian mutlu bir şekilde kadehini kaldırdı. "Teşekkür ederim."

"Rica ederim." Gözlüklü adam onunla kadehini tokuşturdu.

İkili mutlu bir şekilde sohbete devam etti.

Yanlarındaki adam da küçük yuvarlak masada bir şeyler atıştırıp içkisini yudumlarken sahnedeki grubun performansını izliyordu.

Yin Guo, kuzeni kadar girişken değildi, bu yüzden başını eğip içkisini yudumlayarak vakit geçirdi.

Kuzeninin kadehinde şeffaf bir içki vardı ama onun kadehi kadınlar için yapılmış gibi görünüyordu. (ÇN: kadınlar errrrkekler gibi sert içki içemez miymiş. Kokteyl gibi renkli şeyleri sadece sevimli narin kadınlar mı içebilirmiş??? Dakika bir gol bir, yok yok ben sakinim :) ) Turuncuydu ve içinde birkaç meyve parçası vardı. Merakla kokladı ve alkol kokusunun güçlü olmadığını gördü. Pipetle karıştırıp içkisine dikkatlice baktı.

Aniden adamın ona eğlenen bir ifadeyle baktığını fark etti.

Sanki 'bir şeyden mi korkuyorsun?' der gibiydi.

Yin Guo pipeti bıraktı ve uzun saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırdı.

Telefonu titredi ve Zheng Yi'den mesaj geldi.

Tanrıya şükür, otelin ve iletişim numarasının ekran görüntüsünü göndermişti ve mesaj yazmıştı. "Manhattan'da çok fazla oda yok ve hepsi pahalı. Queens'te sana sonuncuyu buldum, acele et, sadece iki saat için ayırabileceklerini söylediler."

Yin Guo dirseğiyle Meng Xiao Tian'ın kolunu dürttü ve ona telefonunu gösterdi.

Meng Xiaotian çok sevinçle gözlüklü adama dönüp "Harika." dedi, "Ayarladık."

Gözlüklü adam övgüyle "Ne kadar çabuk." dedi. "Arkadaşınız oldukça güvenilir görünüyor. Otel nerede?"

Meng Xiao Tian gözlüklü adama telefonu uzattı.

Gözlüklü adam başını salladı ve Yin Guo'nun cep telefonunu diğer adama gösterdi. "Taksinin gelmesine ne kadar kaldı?"

"On dakika."

Adam bu geceki ikinci cümlesini kurdu.

"Az kalmış." Meng Xiao Tian bardağı bıraktı, "Tuvalete gideceğim."

"Hadi birlikte gidelim." Gözlüklü adam da Meng Xiao Tian'la birlikte gidince Yin Guo adamla tek başına kaldı.

Başını eğdi ve WeChat'ten Zheng Yi'ye oldukça arkadaş canlısı görünen iki Çinli adamla tanıştıklarını, içki ısmarladıklarını ve otele bırakmayı teklif ettiklerini yazdı.

Minnettar hissetmesine rağmen güvenlik sorunları konusunda da endişeliydi. Bu tehlikeli olur mu diye Zheng Yi ile sessizce fikir alışverişinde bulundu. Zheng Yi'nin yargısı, bu kadar sıkıntılı havalarda dolandırıcıların iş yapmayacağı yönündeydi. Peki ya melek yüzlü bir sapığa ne demeliydi?

Zheng Yi: "Daha dikkatli olsan ve bu konuda daha fazla şey öğrensen iyi olur."

Yin Guo telefonu kapattı.

Pipetiyle yavaşça bardağındaki içkiyi karıştırdı ve kendisinden sadece bir adım uzaktaki masada oturan adama baktı.

Bir süre sonra adam bakışlarını hissedip ona döndü.

"Öğrenci misin?" Yin Guo kibarca sordu: "Yoksa burada mı çalışıyorsun?"

"Öğrenciyim." dedi adam.

Yin Guo'nun gözlerindeki titremeyi fark ederek onun kaygılandığını tahmin etti. "Neden? Şüpheli mi görünüyorum?"

Yin Guo utangaç bir şekilde gülümsedi ama inkar da etmedi.

Adam cüzdanından Çin kimlik kartını çıkarıp masanın üzerine koydu. Daha sonra manyetik bir kart daha çıkardı.

"Bu da öğrenci kimliğim." Üzerindeki ismi işaret etti. "Bakabilirsin."

Sonra yüzünü işaret ederek fotoğraftakiyle aynı olduğunu karşılaştırmasına izin verdi.

Genelde kimlik kartını yanında taşımazdı ama burada işe yarayacağını beklemiyordu.

Yin Guo aşağıya baktı ve ilk önce öğrenci kartını gördü.

Georgetown Üniversitesi mi? Onu daha önce görmüştü, Zheng Yi'de de bir tane vardı. Gerçekten Zheng Yi'nin üniversitesinden miydi?

Yin Guo, Zheng Yi'nin okulunun harika bir konuma sahip olduğunu hatırladı. Washington D.C.'nin zengin bir bölgesindeydi. Harika bir okul ve pahalı öğrenim ücretleri olan bir üniversiteydi.

Sahte görünmüyordu. Kimlik kartı da oldukça gerçekti.

Manyetik kart üzerindeki fotoğrafla kimliğindeki eşleşiyordu ve isim de aynıydı.

Zheng Yi'ye danışsam mı? Nasıl doğrulayabilirim? Fotoğraf çekip göndersem?

Bunun çok saygısızca olacağını düşünüp vazgeçti.

Yin Guo kimlik kartını ve öğrenci kartını alıp ona iade edecekken adam elini tekrar montunun iç cebine soktu.

Başka ne çıkarabilirdi?

Yin Guo'nun şaşkın bakışları altında adam telefonunu çıkardı, ekranın kilidini açtı ve fotoğraf albümüne girdi. Kısa süre sonra cep telefonunun ekranını Yin Guo'ya çevirdiğinde pasaportunun bilgi sayfasını gördü. Aynı isim yazıyordu: Lin Yiyang

LIN, YIYANG

Yorumlar