How to Hide the Emperor's Child - 34. Bölüm (Türkçe Novel)


Zemin soluk yeşil mermer rengindeydi ve duvarlar ince kabartmalı beyaz-krem rengi taşlarla kaplıydı. Odadaki mobilyalar en üst kalitedeydi. Astelle’in yaşadığı eski kaleyle kıyaslanamazdı bile.

‘Doğudaki İmparatorluk Sarayı olarak adlandırılmayı hak ediyor.’

Astelle bavulunu açıp boşaltmaya hazırlanmıştı ki Hannah kapıyı tıklattı. “Leydi Astelle, tatlı hazırladık. Genç Efenedi Theor da sizi bekliyor.”

“Tamam şimdi geliyorum.”

Astelle, bahçeye bakan ihtişamlı dinlenme salonuna yöneldi. Pencerenin dışında güneş ışığıyla parlayan bahçeye baktı. Çimenlerin yaprakları tepedeki güneşin parlak altın rengiyle parlıyordu. Pencerenin yanındaki yuvarlak masanın üzerine bir çay takımı yerleştirilmişti.

“Hoşunuza gidebilecek birkaç kurabiye ve milföy pastası getirdim getirdim.”

“Teşekkürler Hannah.”

Astelle, Theor’un karşısına oturdu. Masanın üzerinde güzel beyaz bir tabakta mis kokulu bir milföy pastası vardı. Astelle, Theor'a bir tabak ve çatal uzattı.

“Theor, hadi bir tane dene.”

Theor pastanın şekline bakıp duruyordu. “Bu harika görünüyor.”

“Köşesinden kesip yiyin. Çok lezzetli.” Theor, Hannah’yı dinledi ve bir çatal aldı. Şeklini kaybetmeyecek şekilde bir parça kesip dikkatlice ağzına koydu.

“Vay! Leziz!”

“Beğendin mi?”

“Evet! Tatlı ve lezzetli.”

Astelle ayrıca bir çatal aldı ve pastadan bir parça yedi. Hemen ağzına tatlı vanilya kokusu yayıldı. Enfes ve çıtır çıtır hamur, bol vanilya kokulu yumuşacık kremayla harmanlandı.

‘Uzun zaman sonra bu yiyecekleri yemek bana eski günleri hatırlattı.’

O günlerde, imparatorluk sarayında neredeyse her gün bu tatlıları yerdi. Bembeyaz bir bardaktan bir yudum sütlü çay içti. Mis kokulu çayın yumuşacık sütle uyum sağlayan bir tadı vardı. Acı tadı ve kokusu milföy pastasıyla çok uyumluydu. Yol boyunca biriken yorgunluğunu atmıştı.

Hannah, Astelle'in boş çay fincanını tekrar doldururken güldü. “Leydi Astelle de bu tatlıyı çok seviyor.”

Astelle hafifçe gülümsedi ve çatalla bir parça daha aldı. Son parçayı yemeyi bitirip çay fincanını eline aldı.

Hannah bir soru sordu. “Marki’nin malikanesine geri mi döneceksiniz?”

“Evet, büyükbabamla geri dönmem gerekiyor. Peki sen Hannah? İmparatorluk sarayına geri dönmen için emir geldi mi?”

Astelle, uzun zamandır görmediği arkadaşıyla nihayetinde tekrar buluşmuştu ama yine de ayrılık zamanını düşünmeden edemiyordu. Hannah tekrar imparatorluk sarayına dönebilecek mi endişeliydi. Burada saraya denk sayılabilecek bir kalede olsa da başkentte olması daha iyiydi çünkü maaş farkı vardı. Buraya geldikten sonra başkente dönebilecek miydi? Eğer izin verilmezse Kaizen’e bizzat kendisi sormayı düşünüyordu.

Hannah çaydanlığı bırakırken kesin bir sesle konuştu. “Hayır, ben Leydi Astelle ile birlikte gitmek istiyorum.”

“Ne?”

Hannah, eski duygularıyla dolu sakin bir bakışla Astelle'e baktı. “6 yıl önce imparatorluk sarayında bir başına kaldım ve gerçekten çok pişman oldum. Nerede olursanız olun sizi bulduğum zaman gidip size hizmet edeceğime dair yemin ettim.” Sakin bir ses tonuyla cevapladı ama içtenlik doluydu.

Hannah, Astelle’e yaş dolu ve umutsuz gözlerle baktı. “Leydim, lütfen bu sefer beni bırakmayın.”

“…”

Astelle göğsünde bir ağırlık hissetti ve gerçekçi düşündü. Artık değişen şartları sayesinde Hannah’ya maaş verebilirdi. Büyükbabası emekli maaşını geri kazandığı için bir hizmetçi tutmayı planlıyordu. Theor gittikçe büyüyecekti ve büyükbabası da yavaş yavaş yaşlanacaktı bu yüzden ev işlerinde yardım edecek bir çalışana ihtiyacı vardı. Ama rastgele birini işe alamazdı. Güvenilir ve sadık birini bulması gerekiyordu.

‘Eğer Hannah olursa… ona güvenebilirim.’

Hannah, çocukluğundan beri onun yanındaydı. Astelle’in en çok güvenebileceği kişi oydu.

Aslında, büyükbabasının malikanesindeki eski çalışanları geri çağırmayı düşünüyordu ama birkaç yıl önce çoktan ayrılmışlardı. Geri geleceklerini garanti edemezdi. Çoktan başka konaklarda işe girmiş olabilirlerdi.

Ama Hannah ise, ona güvenebilirdi. Ona Theor’un doğumundaki gerçeği anlatabilirdi. Düşününce belki Hannah’nın başı imparatorluk sarayında dertte olabilirdi çünkü Dul Kraliçe ölmüştü. İleride yeni bir kraliçe geldiğinde, eski kraliçenin hizmetçisi olduğu için sıkıntı yaşayabilirdi.

‘Ayrıca yeni kraliçe Marianne’in kız kardeşi olursa Hannah’ya benim yüzümden eziyet edebilir.’

Astelle, Hannah onun yüzünden işkence görsün istemezdi. Bu yüzden onu yanında götürmek iyi olabilirdi.

Astelle, biraz düşündükten sonra dikkatle sordu. “Hannah, gerçekten senin için sorun olmaz mı?”

“Hayır, ben zaten buraya gelmeden önce kararımı vermiştim. Bu sefer sizi takip edeceğim.” Hannah çaresiz bir ifadeyle tekrar sordu. “Leydim, lütfen bu sefer bana izin verin.”

Astelle, Hanna'nın çaresiz yalvarışını başıyla onayladı. “Pekâlâ Hannah, o halde bundan sonra eskisi gibi benim yanımda, bana yardım et.”

Hannah duygulandı ve gözleri yaşla doldu. “Evet Leydim. Çok teşekkür ederim.”

Astelle, Hannah’nın elini tuttu. Buraya gelirken bir sürü şey olmuştu ve güvenebileceği birinin olması çok güzeldi.

Sessizce onları izleyen Theor, milföy pastasından son bir ısırık alırken sordu. “O halde Hannah bizimle mi yaşayacak?”

“Evet.”

Hannah hızla gözyaşlarını silip güldü ve Theor'a başını eğdi. “Çok teşekkür ederim, Genç Efendi.

“Evet, lütfen benimle de ilgilen, Hannah.”

Astelle ona baktı ve gülümsedi. Ancak bu duygu dolu sahne uzun sürmedi.

Aniden kapının tıklama sesi duyuldu. Kapı açıldı ve bir görevli telaşla içeri girdi. “Leydim…”

“Neler oluyor?”

Görevli şaşkın gözlerle cevap verdi. “Croychen Markizi sizi ziyaret etmek istiyor.”

Astelle bir şey söyleyemeden sert ve gergin görünen orta yaşlı bir kadın içeri girdi. Tanıtılmadan da bu kişinin kim olduğunu hemen anlayabilirdi. Croychen Marki’sinin karısı ve Marianne’in annesiydi. 

Astelle merhaba demeden önce Croychen Markizi sordu.

“Siz Leydi Astelle misiniz?”

Astelle hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. “Evet, uzun zaman oldu Markiz.”

Bu kdişi hatırlamıyor gibi görünüyor ama Astelle, Markiz ile birkaç kez karşılaşmıştı. O zamanlar Croychen küçük bir aileydibu yüzden yakın bir konuşma olmamıştı.

‘O zaman bile iyi bir izlenim bırakmamıştı.’

Markiz kibirli ve düşüncesiz biriydi. O zamanlar önemli bir insan değildi o yüzden tanınmıyordu da.

“Astelle Hala?”

Markiz bir şey daha söylemeye çalışıyordu ki Theor masadan kalkıp Astelle’in yanına geldi. “Ne oluyor?” diye sordu Astelle’in eteğini çekiştirerek.

“Önemli bir şey değil, sadece bir misafir.”

“Kim bu?” Markiz merakla sordu. “Leydi Astelle’e benziyor, akraba mısınız?”

Benzerlikleriyle ilgili sözler kalbinin bir köşesini doldurdu. Astelle herhangi bir şaşkınlık ifadesi göstermeden gülümseyerek cevap verdi. “Evet, yeğenim.”

Theor eğilerek Markizi selamladı. “Merhaba, hanımefendi.”

Astelle hemen Hannah'ya baktı. “Hannah, Theor'u odasına götürür müsün?”

Hannah derhal fark edip bağını eğdi. “Tabi Leydim. Genç Efendi, buraya gelin.” Theor, Hannah’nın elini tuttu ve dışarı çıktı.

Astelle, Markiz ile odada yalnız kaldı.

“Leydi Astelle, sizinle neden böyle aniden görüşmek istediğimi biliyor olmalısınız.” Theor'un gidişini izleyen Markiz, daha fazla dayanamayarak ağzını açtı. “Marianne yüzünden.”

“Leydi Marianne mi?”

“Evet öyle. Benim en büyük çocuğum.” Konuşurken biraz fazla rahattı.

“Majesteleri onu Maern Kalesi hapishanesine hapsetti.”

Bir düşününce, Marianne hala oradaydı. Astelle bir süredir orada olduğunu unutmuştu.

Markiz öfkeye kapıldı. “Marianne 2 haftadan fazla bir süredir orada mahsur. Zavallı çocuğum…! Öyle bir yerde ne kadar acı çektiğini merak ediyorum…” Astelle’e sordu. “Leydi Astelle, lütfen Majestelerinden zavallı kızımı serbest bırakmasını isteyin.”

Fazla dobraydı. Sadece söz vermesini istiyordu ama Astelle’i zorlamaktan başka bir şey değildi bu. Kızı hapishanede kapana kısılmış haldeyken ailesi elbette perişan halde olurdu ama bu biraz ağırdı.

 

 

 

 

Yorumlar