Finding Camellia - 22. Bölüm (Türkçe Novel)


Lia sonunda arabadan indiğinde bütün vücudu ve başı ağrıyordu.

Uyurken kafamı bir yere mi çarptım?

Alnında hafif bir şişlik vardı ve dudakları şişmişti.

"Kaldığın yer burası mı?" dedi Claude, kaşlarını kaldırarak eve bakarken.

Bavulları düzenlemekle meşgul olan hizmetçilere emir veren Pipi'nin sesi duyuldu.

"Evet." diye yanıtladı Lia. “Babam yurtlarda kalmam konusunda oldukça endişeliydi.”

"Ama en büyük oda Marki'nin oğluna verilecekti."

"Ne olursa olsun, ben oldukça utangacım, Lord'um."

"Sen mi?" Claude eve girerken alay etti. "Daha yeni tanıştığın bir adama karşı oldukça arkadaş canlısı olduğunu anımsıyorum. O zaman yabancılardan çekinmiyorsun sanırım.”

"Efendim?" Lia suskun kaldı.

Claude cevap vermek yerine evi inceliyormuş gibi etrafına bakındı. Bir eli cebinde merdivenlerden yukarı çıktı ve Lia da arkasından onu takip etti.

"Neden Marki Bale'in başkentteki evinde yaşamıyorsunuz?"

"Orası tek başıma yaşamam için çok büyük."

"Bir işer karıştırma için olduğunu sanıyordum."

"Öyle bir şey değil, Lord'um."

Bugün neden böyle canı sıkkın?

Yatak odasının kapısını açmak için yanından geçti. Her iki duvarında da büyük pencereleri olan ve başkentin muhteşem manzarasını çerçeveleyen köşedeki bir odaydı. Eteare ve Louvre'u ayıran Lyon Nehri'ni görünce gözleri yumuşadı.

"Burası benim odam." diye başladı Lia. "Buradan tüm şehri görebilirsiniz. Corsor'da sadece dağlar ve ağaçlar vardı..."

"Şimdi güzel görünebilir," diye araya girdi Claude, "ama geceleri oldukça gürültülü olacak. Marki'nin neden onca yer arasından burada yaşamana izin verdiğini anlayamıyorum."

Sonra onaylamazca dilini şaklattı ve arkasını dönmeden önce kendi kendine mırıldandı.

"Gidiyor musunuz?" Lia, kapıya bakan Claude'a sorarken bir déjà vu hissetti.

"Fazla şeker yeme." dedi eli cebinde dönerek. “Düzgün yemek yediğin emin olun.”

Yoksa dudakların daha da tatlı olacak.

Merdivenlerden aşağı inip bekleyen arabasına gitmeden önce odaya son bir kez baktı. Claude, Lia ile başka bir kelime konuşmadan ayrıldı. "hoşça kal" veya "görüşürüz" bile dememişti.

Durumun saçmalığına gülmeden edemedi ve ikinci katın penceresinden arabasının gidişini izledi. Başkente yaptıkları araba yolculuğunda uykuya dalması yakışıksız olsa da, yapabileceği herhangi bir endişe verici hata aklına gelmiyordu.

Ey! Ama artık böyle bir metal yığınının içinde uykuya dalmanın ne kadar tehlikeli olduğunu biliyorum.

Lia aynanın önünde durdu ve ağzının yanındaki küçük çiziğe ve alnındaki kırmızı çürüğe dokundu.

Ve beni böyle gördü...

Lia uzun bir iç çekti ve tüm o tıkırtılar arasında nasıl uyumayı başardığına gülmeden edemedi. (Ç.N: Sadece tıkırtı olsa keşke asdfgh) Alnını ovuşturarak Pipi'nin elbiselerini astığı dolabını açtı. Kalbi onları toplum içinde giyme düşüncesiyle endişeyle çarpıyordu.

Pekala, bir erkek gibi görünerek Louver'a gidemem.

Ne de olsa, genç bir lordun Louver'ı ziyaret ettiğine dair bir söylentinin yayılmasına ve Markiz'in bunu öğrenmesine izin veremezdi. Ayrıca, korkunun bile ona tanıdık geldiği evine dönüyordu. Louver'daki yaşamıyla şimdiki yaşamı arasına bir çizgi çekmiş olduğu için kendini aptal gibi hissetti.

Ya çok değiştiğim için beni tanımazsa?

Lia aynada kendine baktı ve artık bir çocuk olmadığını gördü. Elindeki peruğu sıktı.


*****


Gümbürdeyen araba, Claude'un evinin önünde durarak motorundan buhar çıkardı. Claude sakince inip içeri girerken, sürücü arabanın kaputunu açmak için acele etti.

Şaşırmış bir hizmetçi onu karşılamak için dışarı çıktı. "Lordum, bu hafta Akademi'ye döneceğinizi söylememiş miydiniz?"

"Evet, ama biraz yorgunum." diye yanıtladı Claude. "Önce biraz dinlenmek istiyorum."

"Yatak odanızı hazırlayacağım, efendim."

Başkentin eteklerinde yer alan şehir evinin bahçesi yoktu, bunun yerine tam boy bir polo sahası, bir tenis kortu ve bir binicilik arenası vardı.

Claude merdivenleri tırmanırken, Lius'un ön kapısının önündeki ortancaları ve derin kokularının tüm eve nasıl yayıldığını.düşündü.

Erkeklikten en ufak bir iz bile taşımayan bir çocuk için, her şeyden yoksun bir ev...

Claude sakince kıyafetlerini çıkardı ve Eteare'ye bakan pencerenin yanında bulunan küvete girdi. Bacakları küvetin kenarından sarkıyordu.

Hizmetçiler küveti çabucak sıcak suyla doldurdular ve işleri bitince Claude onlara çıkmalarını işaret etti.

Sessizlik banyoyu doldurdu.

Rahatladı, küvette tamamen uzanmak için arkasına yaslandı. Yüzlerce yıl önce, zamanın tanınmış bir sanatçısı tarafından boyanan  Tanrıçanın Gölgesi'nin bulunduğu tavana yansıyan suyu görmek için gözlerini açtı.

Parmakları dudaklarına değdi. Onları sertçe ovuşturdu, sonra tükürmeden önce biraz su ile gargara yaptı.

Kahretsin!

Claude dudaklarını ısırdı ve pencereden dışarı baktı.

Lius'u öpmeyi asla düşünmemişti. Sadece nefesinin de tatlı olup olmadığını kontrol etmek istemişti. Yine de o anda Claude'un hissedebildiği tek şey saf bir şevkti. Arzuya bu kadar kapılacağını hiç düşünmemişti. Zevk aramakla hiçbir zaman ilgilenmemişti, genellikle bu tür şeylerle kendini rahatsız etmezdi.

Ama bir erkekle, yok artık!

Bir kadın için böyle duygular hissetmiş olsaydı, kafası bu kadar karışmazdı. Ancak Camellius gerçekten de bir oğlandı.

Claude gözlerini açtı.

Bu hisleri daha büyütmeden yok etmem gerekiyor. Bu sadece çocukça meraktan kaynaklanan bir oyun.

Çok geç değil. Sadece bu önemsiz ve bayağı ilginin yerini alacak başka bir şey bulmam gerekiyor.

Claude bulabildiği tüm banyo tuzlarını suya attı. Aroma o kadar güçlüydü ki başını ağrıttı ama Lius'un kokusuyla karşılaştırıldığında hiçbir şeydi.

Yine mi Luis?

Nihayet banyodan çıkmadan önce dişlerini üç kez fırçaladı.

Gün batımı başkentin batı kesiminde parlarken Lyon Nehri kırmızıya boyandı. Claude nehrin kenarındaki beyaz binayı gördüğünde gözleri seğirdi ama çabucak sakinleşmeyi başardı. Cüppesinin ipini sıktı ve o yokken gelen mektuplara bakmak için oturdu. Özellikle biri gözüne çarptı, imparatorluk mührü olan resmi bir belgeydi.


*****


"Bitti!"

Alnından boncuk boncuk terler düşerken Lia yatağına uzandı.

Taşınmak her zaman bu kadar zor mu?

Her şeyi paketinden çıkarmak tam üç gününü almıştı çünkü odasını kendi düzenlemek için inat etmişti.

Nefesini düzene sokmak için yatağına uzanırken, yatak odasını tereyağı kokusu sardı. Lia sanki ele geçirilmiş gibi aşağı indi ve mutfaktan çıkmakta olan Pipi ile karşılaştı.

Masaya bir tabak meyveli waffle taşırken, "Gelip yiyin Lord'um." dedi.

"Aslında, açlıktan ölüyorum!" dedi Lia.

"Yardım etmeyi teklif ettiğimde dinlemeliydiniz."

Lia, Pipi'nin hafif küçümseyen bakışına kıkırdadı ve gözlemesinden büyük bir ısırık aldı.

"Oda benim. Eşyalarımın nerede olduğunu bilmem gerek. Ayrıca artık Corsor'da değiliz, her şeyi kendi başıma yapmayı öğrenmeliyim.”

"Ama hala bana sahipsin."

Lia ona gülümsedi.

Bir yıl sonraki sözde ölümümü öğrense nasıl tepki verir acaba?

Bunu Pipi'den saklamayı düşünürken bile kendini suçlu hissediyordu.

Yemeğini yiyip bitirdikten sonra, Lia kanepede dinlenmeye gitti. Bütün mobilyalar taşındıktan ve Pipi'nin getirdiği iki hizmetçi tutulduktan sonra ev o kadar büyük gelmemeye başlamıştı.

"Akademi'ye gidecek misiniz Lord'um?" diye sordu Pipi.

"Evet." diye yanıtladı Lia. "Görünüşe göre, notumu ve sınıfımı belirleyecek bir sınava girmem gerekiyor."

"Hazırlanmanıza yardım edeceğim."

Pipi ellerini önlüğüne sildi ve ikinci kattaki soyunma odasına doğru yöneldi. Dolap, Lia'nın çoğu üniforma olan günlük kıyafetleriyle doluydu, aynı zamanda büyük kabarık kollu gömlekler de vardı.

Lia bir bardak meyve suyunu bitirdikten sonra Pipi'nin onun için hazırladığı üniformayı ve ayakkabıları giydi. İç çamaşırları giderek rahatsız edici olmaya başlamıştı ama artık bu rahatsızlığa alışmıştı.

Faytoncu, arabaya binerken onu selamladı.

Lia öğle saatlerinde evden ayrıldı ve daha önce göremediği Eteare sokaklarından geçti. Son üç gündür eşyalarını organize etmek için evde kısılıp kalmıştı. Araba Iona Park'tan geçti ve kısa süre sonra Akademi'nin önünde durdu.

Faytoncu, "Burada bekleyeceğim efendim." dedi.

Lia aşağı inerken başını salladı. Bir zamanlar Marki Bale ile gördüğü heybetli kapıların önünde duruyordu. Gardiyan üniformasını görünce adını sordu.

"Corsor'dan Camellius Bale."

Kapıyı açmak için koşan kapıcının gözleri büyüdü.

Bina, kapılardan oldukça uzaktaydı, ancak Akademi sınırları içinde atları ve arabaları kullanmak yasaktı. Sıkça yaşanan kazaları önlemek için alınmış bir önlemdi.

Lia tüm gözlerin onun üzerinde olduğunu hissedebiliyordu. Herkes -çimlerde oturanlar ve yanından geçenler- şok olmuş bakışlarını gizleyemiyordu. Hatta bazıları onu görmek için arkalarını dönerken tökezlemişlerdi, ama o başını sabit tuttu ve ana binaya doğru yürümeye devam etti. Lia gömleğinin sıcaktan terle ıslandığını hissedebiliyordu. Gömleğinin tenine yapışmasından nefret ediyordu.

"Camellius Bale, seni tekrar gördüğüme sevindim." dedi müdür pis pis sırıtarak.

Lia onu ve diğer iki dekanı selamladı. İçlerinden biri Bale Malikanesi bahçesindeyken ona tuhaf yorumlarda bulunmuştu.

Eddie, miydi?

Gülümseyen gözleri, Lia'nın onunla son görüştüğü zamanki gibi tüylerini diken diken etti.

"Neden içeri girmiyoruz?" dedi müdür. "Sınavlara hemen başlayabiliriz. Usta Theodore sizi durmadan övdü Lord Camellius. Hepimiz sınavda nasıl bir performans göstereceğinizi merak ediyoruz!”

"Gururlandım ama korkarım becerilerim oldukça ortalama."

"Aksine! Lord Kieran'ın boşluğunu doldurabileceğine kesinlikle inanıyorum."

Lia baskının arttığını hissedebiliyordu. Bu ilgi, bir yıl içinde ortadan kaybolması gereken biri için çok fazlaydı. Sürekli kılık değiştirmek zorunda olduğunu bilmek de yardımcı olmadı.

Müdürle birlikte sınav odasına doğru yürürken, daha fazla öğrenci ona aval aval bakmak için koridorlara döküldü ve hatta bazıları yüzünü yakından incelemek için onu takip etti. Aniden sessizlik çökünce, salonlar yüksek fısıltılarla uğulduyordu. Lia'nın bakışları, üst sınıfın zarafetini yayan binicilik üniformalı bir adama takıldı.

Claude, kamçıyı ağzında tutarak deri eldivenlerini çıkarırken gözlerini Lia'ya sabitledi. Yeleğinin altına binicilik pantolonu ve yün ekoseli bir gömlek giymişti. Alnını ter boncukları süslüyordu. Koridordan Lia'ya doğru yürürken tüm öğrenciler ona yol verdi.

Gömleğinin kollarını sıvayıp ona doğru yaklaşırken gülümsemeye çalışarak hafifçe selam verdi. Onun önünde durdu ve dik dik ona baktı. Bakışları öncekinden farklı görünüyordu.

Neden... neden bu kadar kızgın görünüyor?



Yorumlar

  1. Yorum yaparken hata oluşuyor neden? Şu an farklı bir rarayıcıdan yazabiliyorum.

    YanıtlaSil
  2. Şu erkoların yanlış yapıp bir de yağ gibi üste çıkmalarına tilt oluyorum, kızgın görünüyormuş peh.

    YanıtlaSil
  3. Ellerine sağlık 🥰

    YanıtlaSil
  4. Yeni bölümü sabırsızlıkla bekliyorum,keşke bu novele hiç baslamasaydim da birikince okusaydım, riftan maxi 1 bu 2,yeni bölüm beklemekten şişecem 😂

    YanıtlaSil
  5. Çeviri için teşekkürler harikasınız

    YanıtlaSil
  6. Yeni bölüm nezman gelecek cevirmenim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynı bölümü 4 gündür falan çevirmeye çalışıyorum lanetli bi şeye denk geldik sanırım ya :) Ben diyim yarın sen de öbür gün ama elbet bir gün gelecek :))))

      Sil
  7. Ellerine sağlık 🥰 yeni bölümü sabırsızlıkla bekliyorum

    YanıtlaSil
  8. Yeni bölüm beklemekten bi hal olduk,gözlerimiz yollarda,inşallah bugün gelir

    YanıtlaSil
  9. yeni bölüm lütfen 🥲

    YanıtlaSil

Yorum Gönder