Finding Camellia - 21. Bölüm (Türkçe Novel)


Bölüm 3. Zarif Davetsiz Misafir

Sabahın erken saatlerinde tüm bagajların konulduğu vagon başkente doğru yola çıktı.

Lia bütün gece dönüp durduktan sonra hazırlanmak için yataktan kalktı ama kendini her zamankinden daha tembel hissediyordu. Gömleğini giydi, pantolonunun içine soktu ve kravatını düzeltmek için aynanın önünde durdu.

"Lord'um." dedi Pipi içeri girerken. "Ayrılma zamanı. Misafirler de birazdan gidiyor."

"Tamam." diye yanıtladı Lia. Ceketini kolunun üzerine örttü ve muhtemelen son kez odadan çıktı. Birkaç hizmetçi vedalaşmak için koridorda sıraya girmişti. Birer birer eğildiler ve yanlarından geçerken hüzünle gülümsediler. Lia, malikanedeki dört yılının ne kadar uzun olduğunu hatırladı.

Sadece Kieran tarafından değil, aynı zamanda arabasının önünde bekleyen hizmetliler tarafından da uğurlanmak üzere ön kapıdan çıktı.

"Annem nerede?" Lia sordu.

"Kendini iyi hissetmiyor." diye yanıtladı Kieran. "Ona veda etme konusunda endişelenmemeni söyledi."

Muhtemelen beni görmek istemiyor.

Lia biraz üzgün hissetti, çünkü Markiz'den korkuyordu ama nefret etmiyordu.

Onun hayal kırıklığını fark eden Kieran, onu kucaklamadan önce neşelendirmek için yanağını okşadı. Lia, onun sarılmasına beceriksizce gömleğini tutarak cevap verdi. Hala onun sevgi gösterilerine alışamamıştı.

Esneyen Ian, onlara arkadan yaklaştı ve ikisini birbirinden ayırdı.

"Hani benim veda kucaklaşmam, Camellius?" 

Kollarını açarak ona yaklaşırken Lia hızla kaçtı.

Ian kaşlarını çattı ve dağınık saçlarını arkaya doğru taradı. Yarıya kadar iliklenmiş gömleğini düzeltti. Yataktan yeni kalktığı çok belliydi.

Arabanın kapısına uzanırken ona baktı. "Hoşça kal abi. Lütfen anneme selamlarımı ilet.”

Ian'ın Lia'nın mutlak reddine kıkırdadığını gören Kieran, kendini kontrol edemeyerek bir kahkaha patlattı. "Yakında başkentte seni ziyaret edeceğim. Babam döndüğünde Veliaht Prens'i görmeye gideceğiz.”

"Evet... O zaman artık yola çıkmalıyım."

Lia, hala biraz kırgın görünen Ian'a baktı ve ona kibarca selam verdi.

"Güvenli seyahatler, Prens Ian."

"Çok soğuksun. Benden bu kadar mı nefret ediyorsun?" alay etti Ian.

"Öyle değil. Sadece beni sürekli zor durumda bırakıyorsunuz..."

"Bu arabayı ben alıyorum alacağım Camellius. Sen diğerine git." Wade vagona doğru yalpaladı ve koltuğa çöktü.

"İyi misiniz Majesteleri?" Şaşıran Lia onu inceledi. Alkol kokuyordu ve yüzü de oldukça hasta görünüyordu.

"İyi görünüyor muyum? Bir daha asla Gaior likörü içmeyeceğim!”

Arabanın zemininde öğürdükten sonra, sıkıntı içinde inleyerek uzanmak için koltuğa geri süründü.

Bütün gece içtiler mi?

Lia, gözlerinde derin koyu halkalar olan Ian ve Kieran'a baktı.

Peki... ya Claude?

Claude'un arabasına bindiğini görmek için arkasına döndü. Diğer üç beyefendinin aksine, düzgün bir takım elbise giymişti. Lia'ya baktı, sonra bakışlarını Kieran'a, ardından Ian'a çevirdi.

"Hadi, geliyor musun?" Sesi keskin ve temizdi, akşamdan kalmalık belirtisi yoktu.

Lia tereddüt etti, çünkü daha önce hiç arabaya binmemişti. Vagona yayılan Veliaht Prens'e bakınca Kieran başını salladı.

"Sen devam et. Araba bundan çok daha hızlı olur. Senin için iyi bir deneyim olacak."

"Ama..."

"Endişelenecek bir şey yok. Ayrıca Claude seninle gelecek."

Büyük bir gölge onlara arkadan yaklaştı.

"En endişe verici olanın dük olmadığına emin misin?" Ian, kolunu Lia'nın omzuna dolarken alaycı bir şekilde konuştu. Claude'un araca binişini izleyerek kulağına fısıldadı, "Bütün erkekler hayvandır, Camellia. Dikkatli ol."

"I-ian!" Kulağına gıdıklayan şehvetli sesiyle kızardı.

Lia onun tutuşundan kurtuldu ve arabanın kapısını açmaya gitti.

Arabanın penceresinden etkileşimlerini gözlemleyen Claude, onu elinden tuttu ve yanına çekti. "Zamanımı boşa harcıyorsun."

"Ü-üzgünüm, Lord'um."

"Özür dilemen gereken bir şey değil. Gaior likörünü anlamsızca içmeleri onların suçu."

Arabanın kapısı kapanır kapanmaz Claude'un centilmen yüzü ortadan kalktı ve kaşlarını çattı.

"Hoşça kal demek zorunda olduğun başka biri var mı?"

Lia pencereden dışarı baktığında Betty'nin uzaktaki bir ağacın altında durduğunu gördü. Ancak el sallamadı, birbirlerini görmeleri yeterliydi.

"Hayır, Lord'um."

"O zaman gidelim."

Claude bir dakika bile daha kalmak istemiyor gibiydi.

Motorun kükremesiyle birlikte araba yola koyuldu. İlk defa böyle yüksek bir ses duyan Lia gerginleşti ve tırnaklarını yemeye başladı.

"İlk defa mı arabaya biniyorsun?" Claude sordu.

Lia başını salladı. "Evet, gazetelerde onlar hakkında okumuş olmama rağmen ilk defa biniyorum. Her zaman denemek istemişimdir, ama oldukça garip hissettiriyor."

Çok sarsıntılı… Gürültüden bahsetmiyorum bile! Birinin bunlardan birine binmekten nasıl zevk alabileceğini anlamıyorum.

Bununla birlikte, hızı bir at arabasından çok daha üstündü. Araba, arazinin dışına çıkan ağaçlıklı yoldan hızla aşağı indi ve Corsor'un dış sınırlarına doğru ilerledi.

Pencereden dışarı bakarken Lia korkularını unutmuştu ve araba bir çukurun üzerinden geçerken aniden sarsıldı.

"Ahh!" Vücudu öne doğru kayıp başını sürücü koltuğunun arkasına çarpacakken bir şey onu alıkoydu.

Claude onu tekrar oturtmak için kolunu çekerken ağzının içinde küfretti.

"Üzgünüm, Lord'um." dedi Lia, şaşırmış bir şekilde.

"Sadece otur ve hareket etme. İncinebilirsin. "

"Evet, Lord'um."

Claude elinin onun bileğini tamamen sardığını görünce kaşlarını çattı.

"Düzgünce yemek yemiyor musun?"

"Elbette yiyorum. Hatta dün gece bana getirdiğiniz her şeyi bitirdim. Gerçi çok yapışkanlardı, resmen dudaklarım birbirine yapışmıştı.” Lia ona gülümsedi. Tatlıları hatırlayınca yüzü aydınlandı. Malikanedeki dört yılının en mutlu günü olabilirdi.

"Bu yüzden mi?" Elini bileğinden kendine doğru çekerken sessizce kendi kendine mırıldandı. Burnunu avucunun içine gömdü ve derin bir nefes aldı.

Lia dondu. Keskin burnu ve yumuşak dudakları kadının teninde gezindi ve delici safir gözleri kadının bakışlarına saplandı.

"Tatlı kokuyorsun. Tatlı düşündüğümden daha tatlı olmalı."

Claude'un nefesi parmaklarını gıdıkladı. Lia çabalasa da bir şey söyleyemedi. Motorun kükremesini artık duymadığında bir şeylerin yanlış olduğunu hissetti.

"tadı nasıldı?" Diye sordu.

"L-lezzetli, Lord'um."

Claude cevabına başını salladı ve elini bıraktı.

"Uyu. Molalarla birlikte hala dört saatlik yolumuz var.”

"Sadece dört saat mi? At arabasıyla neredeyse yarım gün sürer! Arabalar gerçekten harika, değil mi?”

"Yine de metal yığınından başka bir şey değil."

Lia, kayıtsız yanıtı için Claude'ye baktı.

Sonuç olarak, birkaç gün önce neden onu görmeye geldiğini soramadı. Tarihte gerçekten hata yapıp yapmadığını sormak istedi ama sormaması gereken bir şey olduğunu hissederek kendini durdurdu.

Sonunda Corsor'dan ayrılan araba, güneş ışıklarının yapraklardan sızıp arabayı lekelerle boyadığı bir ormana yaklaştı. Arkasında toz yığını bıraktı.

Claude sonunda kollarını göğsünde kavuşturarak gözlerini kapayınca, Lia yüzünü inceledi

Bir çırpıda nasıl uyuyabilir?

O gün nehir kenarında uyuyakaldığımda da ona böyle bakıyordum...

Aynı hatayı yapmayacağına dair kendine söz vererek gözlerini sonuna kadar açtı ve dışarı baktı.

Sonunda, başkent...

Özgürlük gözlerinin önünde uzanıyordu.


*****


Claude'un gözleri ani bir sesle açıldı.

Gerçekten uyumuyordu. Sadece nereye bakacağına karar veremediği için gözlerini kapatmıştı. Dönüp bakınca, Lia'nın başı pencereye yaslanmış bir şekilde uyuduğunu gördü. Uykusunda konuşuyordu.

Şimdi her şeyi gördüm. Ama bu acıtmak zorunda...

Claude onun tuhaf duruşunu düzeltti ve başını dikkatlice kendi omzuna koydu. Kızın kırmızı alnını görünce kıkırdadı, sonra sessizce onu izledi. Uykusunda mırıldanırken açık sarı kirpikleri kıpırdıyordu.

Lius, dışarıda olmaktan hoşlanmayan biri için bile çok solgun. Adem elmasından en ufak bir iz bile yok, yaydığı tatlı kokudan bahsetmiyorum bile. Bale Malikanesi'ndeki onca lavanta yüzünden mi? Ya da belki nehir kenarındaki haşhaşlar yüzündendir.

Burnunun ucu yumuşak yanağını okşadığında kokusunu anlamak için eğildi. Nefesi, her nefes alışında şakaklarını gıdıkladı ve kalbi göğsünde hızla çarpmaya başladı. Sanki ele geçirilmiş gibi öne, ona doğru eğildi. Daha çok koklamak istedi - hayır, tatmak istedi. Tadına bakmak için can atıyordu.

Claude'un dudakları Lia'nın uzun, fildişi boynuna dokunmak üzereyken, yere bir şey düştü ve onu transtan çıkardı. Lia'nın kolunda takılı olan zümrüt kol düğmesi düşmüş ve ayakkabısının yanında yuvarlanmıştı.

Aklımı kaybettim... ya da kaybetmenin eşiğindeyim.

Hala şaşkın olan Claude içini çekti ve kol düğmesini almak için eğildi. Mücevherdeki pırıltı ona Lius'un gözlerini hatırlattı.

Omzundan destek alamayınca, Lia'nın başı koltuğa düşene kadar eğildi. Claude onun yüzünü görmek için başını kaldırdı ve elindeki kol düğmesini sıktı. Kızardı, hızla kendi teriyle sırılsıklam oldu. Lia'nın bal kaplı gibi görünen yumuşak dudakları onu büyüledi.

Muhtemelen sıcaktandır.

Arabanın bunaltıcılığını suçlayarak düşüncelerini haklı çıkarmaya çalıştı.

Öyle olmak zorunda. Aksi takdirde, bir erkeği asla öpmek istemezdim.

Elini uzattı ve güçlü parmaklarıyla Lia'nın altın sarısı saçlarına dokundu. Parmak uçlarındaki yumuşak hisle Claude, onun dudaklarıyla buluşmak için eğilirken aklını yitirdi.

Ne kadar tatlı.

Ağzındaki balın tadına baktıktan sonra onu daha da derinden öpmek için hafifçe başını eğdi. Yumuşak pembe dili kapalı dudaklarının arasından geçti.


Ç.N: Yok artık! Birincisi bu cinsel taciz!!! Hadi onu geçtim ikincisi de biri dilli dudaklı seni öperken de uyumaya devam etmezsin yani asdfghj



Yorumlar

  1. Bence de taciz ya bunlar yakışıklı diye ses çıkarmayız mı sanıyor alo ya

    YanıtlaSil
  2. Yoruma daha çok bayıldım cevirmenim ☺☺

    YanıtlaSil

Yorum Gönder