Finding Camellia - 17. Bölüm (Türkçe Novel)


Claude'un güçlü tutuşu Lia'yı aşağı çekti. Kurtulmak istedi ama bu sadece bir temenniydi. Onu korkutan su altına dalmak değil, ortaya çıkan durumdu.

Şaşıran Lia gözlerini açtı. Obsidiyen saçları ve delici safir gözleri, daha önce ondan hiç görmediği samimi bir gülümsemeyle parlıyordu.

Claude, eli onun minyon kafasının arkasını okşarken, parmaklarını dalgalı sarı saçlarının arasından geçirdi. Donakalan Lia gözlerini ona kilitledi. Dudakları kıpırdadı ama ne dediğini anlayamıyordu.

Gülümsemeyi bıraktı ve onun yerine yüzünde sakin bir ifadeyle gözlerinin içine baktı. Lia aniden boğuluyormuş gibi hissetti ve yüzeyden patlayarak baloncuklar çıkardı.

"Phew!"

Claude da arkasından çıktı ve Lia nefesini düzene sokmaya çalışıp ağır ağır solurken güldü.

"Orada sadece otuz saniye kaldık."

"Sanırım... 'koca' bir otuz saniye... oradaydık..." dedi nefes nefese.

"Geliştirilmesi gerekiyor o zaman."

"Hayır Lord'um! Çıkmam gerekiyor. "

Kızaran yüzünü saklamaya çalışan Lia, onu hevesle sıkan elini iterek uzaklaştırdı. Betty'nin onu bir havluyla beklediği kıyıya yüzdü.

Artık yüzmeye ilgi duymayan Claude, parmaklarıyla saçlarını geriye atarak nehirden çıktı. Kaslı vücudundan aşağı yuvarlanan su damlaları etraftaki çimenlerin üzerine düştü. Kıyıya serilen battaniyeye çökmeden önce yüzünü bir havluyla sildi.

"Otur." dedi Claude. Peluş minderlere yaslanırken ahududulara uzandı.

Lia, Claude'a sanki kendi evindeymiş gibi kibirli davranmasından dolayı onaylamayan bir bakış attı. Yine de, etrafına sarılı havluya daha sıkı sarıldı ve yanına oturdu.

Claude gökyüzüne doğru baktı. "Havluya gerek yok, Lius. Ne de olsa yaz geldi."

İyi bir noktaya değinmişti. Lia'nın saçları yakıcı güneşten neredeyse kurumuştu.

"Ben iyiyim, teşekkür ederim."

"Sıcak değil mi?"

"Kolayca üşütüyorum."

Claude, gözlerini kapayarak, "Tam da sana uygun." diye yanıtladı.

Lia onun aşırı sakin tavrını görünce rahatsız oldu. Onu öylece bırakamayacağını veya uyurken yanında kalamayacağını biliyordu. O uyumaya fırsat bulamadan gitmenin daha iyi olacağına karar verdi.

"Öyleyse, Lord Claude. Ben gidiyo- "

"Kal" diye lafını kesti.

"Uyumayacak mısınız?"

"Onun yerine seni eğlendireyim mi?" Sırıttı ve yüzünü ona çevirdi.

"Benimle alay etmeyin. Artık çocuk değilim Lord'um."

"Ama öylesin."

"On altı yaşındayım."

"Biliyorum."

Tabii ki biliyorsun.

Ne diyeceğini şaşırınca ondan uzaklaştı.

Claude daha sonra bakışlarını Lia'dan uzaklaştırdı ve güneşin tadını çıkarmak için ellerini başının arkasında kavuşturdu.

"Kieran döndüğünde ne yapacaksın?" diye sordu.

Ani sorusu, dizlerine sarılarak nergis tarlasına bakarken onu hazırlıksız yakaladı.

"Ne demek istiyorsunuz, Lord'um?"

“Muhtemelen zaten biliyorsunuz ki, ikinci doğan oğul tek bir kuruş miras alamaz. Akademiden mezun olduktan sonra iş bulmayı beklerseniz çok geç olacak.”

"Ben idare ede..."

"Gel, Ihar Hanesi'nin kahyası olarak çalış. Seni içeri alacağım."

Lia'nın gözleri onun teklifi karşısında kocaman açıldı. Bir Grandük'ün kahyası olmak, başarılı bir yaşamın garantisiydi. Bir ünvan verilmesinin yanı sıra, dük adına hareket etme yetkisi olan bir konumdu. Başka biri hemen diz çöküp sadakat sözü verirdi ama Lia öyle değildi.

Reddederek başını şiddetle salladı. "Yapmak istediğim başka bir şey var."

"Başka bir şey mi?" Claude alay etti, böyle çarpıcı bir fırsatı reddetmesine şaşırdı.

Lia bakışlarını gökyüzüne çevirdi.

"Yapmak istediğim şeyin ne olduğunu henüz bilmiyorum ama bunun bir kahyalık olmadığını kesinlikle biliyorum."

"Ama hiçbiri daha iyi ödeme yapmaz."

"Önemli olan parası değil." Lia yüksek sesini maskelemek için boğazını temizledi. “Sadece işimin tutkulu olduğum bir şey üzerine olmasını diliyorum.”

Yoksulluk cehaleti, cehalet yoksulluğu doğururdu. Henüz hayallerine karar vermemişti ama kendisi gibi çocukların bu kısır döngüden kurtulmasına yardımcı olmak için bir şeyler yapmak istediğini biliyordu.

"Lius." dedi Claude.

"Efendim, Lord'um?"

"Saçmalamayı kes ve beni bir saat sonra uyandır. Şahsen."

"Efendim?"

"Ya da gel benimle biraz kestir. Bütün gün ata binmekten oldukça yoruldum.”

Claude umursamaz bir tavırla battaniyenin üzerine yerleşti ve gözlerini kapatırken içini çekti. Lia, Claude'un ne kadar çabuk uykuya daldığına hayret etti - şimdi onun yanından ayrılamazdı.

Güneş ışınları yaprakların arasından süzülüyor ve alnına iniyordu. Lia yüzünü gölgelemeyi düşündü ama bunu yapmamaya karar verdi ve onu ince bir battaniyeyle örttü.

Derin bir iç çekti.

Ne kadar can sıkıcı! Bu adam tamamen iğrenç.

"Sadece bir saat, Lord'um."

Lia ondan bir cevap bekledi ama o kıpırdamadı bile.

Kuşların sessiz uğultuları ve suyun şırıltısı havayı doldurdu. Havlusuna sıkıca sarılmış olan Lia, yumuşak mindere uzandı. Claude uyurken yüzünün yumuşak hatlarına baktı. Güneş keskin burnunu ve alnını aydınlatıyordu. Corsor'dan ayrılırken unutması gereken başka bir güzel manzara daha olduğunu bilmek kalbini sıkıştırdı.


*****


"Lord'um? Lord Lius?"

Lia birinin onu uyandırdığını hissetti. Yavaşça gözlerini açtı ve odasına geri döndüğünü fark ettiğinde nefesi kesildi. Gece epey geç olmuş gibiydi ve Pipi yatağının yanında duruyordu.

"Pipi, ne oldu? Burada ne yapıyorum? "

"Dışarıda uyuyakaldınız ve Lord Claude sizi taşımak zorunda kaldı. Beni çok korkuttunuz!"

"Lord Claude mu?"

"Evet."

"O nerede?"

"Tabii ki başkente geri döndü."

Pipi, sersemlemiş Lia'yı yataktan çıkardı ve onu banyoya götürdü. Islak giysiler içinde uyuyakaldığı için balık gibi kokuyordu.

Lia, sıcaklığı kontrol etme zahmetine bile girmeden küvete atladı. Dizlerini kendine çekip limon ve şifalı bitkilerle dolu sudan dışarı baktı.

Uyuyakaldığımı bile hatırlamıyorum... Ve Lord Claude'un beni malikaneye taşıdığına inanamıyorum!

Düşündükçe tüm vücudu aşağılanmayla kızardı. Lia, Claude'un neden onu basitçe uyandırmadığını anlayamadı. Davranışlarında nezaket veya düşüncelilikten daha fazlası olduğunu biliyordu. Bugünü kendisine eziyet etmek için bir bahane olarak kullandığı düşüncesiyle şimdiden korkuyla dolmuştu.

"Pipi, ben ağır mıyım?" diye sordu.

Aromatik yağlara uzanırken Pipi alay etti. "Bu malikanedeki herkes sizin benden daha hafif olduğunuzu biliyor Lord'um."

"Bu ne anlama geliyor yani?"

"Tüy kadar hafifsiniz. Endişelenmeyin."

Nefesinin altından beyaz yalanlar hakkında bir şeyler mırıldanan Lia, öfkeyle bir süngerle kendini ovdu.

"Bir erkek için çok hafif olduğumu söyleyeceğinden eminim."

Pipi, Lia'nın sevimli şikayetlerine kıkırdadı ve pürüzsüz sırtını köpürtmeden önce yaprakları küvete serpti.


"Gerçi," diye başladı, "başka bir şey için endişeleniyorum Lord'um. Artık gerçekten bir hanımefendi olduğunuz açık. Göğüsleriniz ve belinizin kıvrımları iyice belirginleşti. Şimdi Lord Kieran tamamen iyileştiğine göre, bu daha ne kadar devam edecek?”

"Pipi, bu kadar yeter." diye uyardı Lia.

Pipi onun ciddi ses tonuyla irkildi. "Özür dilerim Lord'um."

"Bir daha asla böyle konuşmayacaksın. Asla. "

"Evet, Lord'um."

Lia durulandıktan sonra elbisesini giydi ve yatak odasına döndü. Marki resmi bir iş için uzaktaydı, bu yüzden malikanede yalnızdı.

Pipi'yi bir tabak meyve almaya gönderdikten sonra, odasının köşesinde duran çantayı açmaya gitti. İçinde siyah bir peruk ve geçen gün satın aldıkları iki elbise vardı. Elbisenin kolundaki dantellerle endişeyle oynadı.

Pipi haklı. Vücudum değişiyor... öyle bir noktaya geliyor ki, artık çabalasam bile saklayamayacağım.

Markizin neden Akademi'ye sadece bir yıl devam edebileceğini söylediğini şimdi anlıyordu.

'Bir leydi olarak yapacağınız ziyaretinizi dört gözle bekliyorum.'

Ian Sergio'nun sözleri ve elinin arkasını öptüğü an tekrar Lia'nın zihninde yankılandı.

'Sana bakarken acıkıyorum. Hadi ye. '

Claude'un kendisine doğru bir tabak sandviç ittiği görüntüsü düşüncelerini böldü.

Biri kadın olduğumu biliyor, diğeri kadın olduğumdan şüpheleniyor. Bu tehlikeli.

Annemi bulup eski hayatıma dönene kadar daha dikkatli olmalı ve onlardan uzak durmalıyım.

Lia, Markiz'in onu Louver'da nasıl bulduğunun hikayesinin pekala şeker kaplı bir yalan olabileceğini ve sözünü tutmayabileceğini derinden biliyordu.

Odaya hafif bir esinti girdi ve nehir kıyısındaki battaniyenin üzerinde sabah çiyi oluşmaya başladı.


*****


"Lius!"

Aradan iki gün geçmişti ve sabah olmuştu. Kieran, ön kapıda duran Lia'ya doğru koştu ve onu kucakladı.

Lia gözlerine inanamadı. Bir zamanlar melek gibi görünen Kieran, bir erkeğe dönüşmüştü. Neredeyse Claude kadar uzundu ama daha yapılıydı. Sesi de bir kontrbasın alçak notaları gibi daha derindi. Aynı kalan tek özelliği narin yüz hatları ve zümrüt yeşili gözleriydi.

Markiz arabadan indi ve hâlâ Kieran'ın kollarında olan Lia'ya yaklaştı.

"Anne." Lia ondan ayrıldı  ve Markiz'in önünde eğildi. 

Markiz nazikçe gülümsedi ve ona hafifçe sarılmak için ona doğru yürüdü.

"Ben yokken senin için zor olmuş olmalı."

"Ö-öyle olmadı, anne."

"Evet, peki... İçeri girelim."

Markiz malikaneye girdikten sonra Lia, Kieran'a geniş bir sırıtışla baktı.

"Abi! Nasıl büyümüşsün böyle! Seni zar zor tanıdım."

Kieran onun samimi sözlerine karşılık olarak gülümsedi.

"Asıl değişen sensin, Lius..."

"Ben mi? Hiç de bile."

"Hayır, şimdi gerçek bir leydiye benziyorsun. Hadi içeri girelim, sana söylemem gereken bir şey var."

Kieran, Lia'nın elini tuttu ve dağınık malikaneye adım attı. Lia'nın -başkente götürülmesi gereken- eşyaları, Kieran ve Markiz'in geri getirdiği bavullara karışmıştı. Kieran, Lia'nın arabalara yüklenen yığınına baktı ve ek binadaki dairesine doğru yürüdü.

"Lius, seninle konuşmamız gerekiyor." dedi Markiz bitkin bir şekilde kanepede uzanırken.

"Gel."



Yorumlar

  1. Liacım planlarında anneni bulmak var eyvallah ama sonra nasıl geçineceksiniz ne işle uğraşacaksın asıl planlaman gereken bu markiz sana ve annene zırnık vermez

    YanıtlaSil
  2. Ellerine sağlık 🥰

    YanıtlaSil
  3. Elinize sağlık

    YanıtlaSil

Yorum Gönder