How to Get My Husband on My Side - 6. Bölüm (Türkçe Novel)

how to get to my husband on my side novel

Sert bir kişiliğe sahip birine karşı nasıl bir görünüşe sahip olmalıydım? Sorun buydu.

O sert karakterli bir erkekti. Ona sevimli ve zavallı bir yüz ifadesi ile yaklaşsam bana vurmazdı, değil mi?

Yaz güneşinin yansıdığı mermer merdivenler bembeyaz parlıyordu. Hayalimde ki Kuzey Tapınağı bir fantezi oyunundaki kasvetli ve donuk bir labirent gibiydi. Ancak benzersiz tarzda görünen bu bina muhteşem ve doğal güzelliğini gösteriyordu.

Tabii ki amacım tapınağı keşfetmek değildi.

Mermer bir sütunun arkasına saklanarak salonu gözetliyordum.

Amacım saklanmak ve uzaktan izlemek değildi, ama olaylar bu şekilde gelişti. Önümde duran sahneyi beğenmedim. Ortaçağ fantezileri gibi, siyah zırhlı uzun şövalyeler, parlak mavi parlayan kılıçları kullanmak için ikili ve üçlü gruplar halinde toplanmışlardı.

Burası sürekli iblislerin musallat olduğu bir bölgeydi, bu yüzden kendilerini Romagna Şövalyeleri'nden çok daha sert ve saldırgan hissediyorlardı.

Zırhları ve ekipmanlarının hepsi ağır ve devasa görünüyordu. Bununla nasıl bu kadar kolayca hareket ediyorlardı?

"Kimi arıyorsunuz?"

Kibarca yankılanan sesi duyunca etrafıma bakmak yerine sese doğru yöneldim.

Sessiz bir şekilde arkamda beliren bir paladin bana bakıyordu.

Kız gibi tatlı bir yüzü, yumuşak ve zarif bir gülümsemesi vardı ve şakağını çevreleyen kıvırcık saçları sarının güzel bir tonuydu.

Ben tereddüt ederken adam yavaşça gözlerini kırptı. Bir kere, iki kere. Açık yeşil gözler bilinmeyen bir ışıkla parlıyordu.

"Siz Leydi Rudbeckia değil misiniz?"

"Eee…"

"Beni yanlış anlamayın. Elmos limanına vardığınızda ben de kafilenizin bir parçasıydım.”

"Anladım. Üzgünüm, tanıyamadım..."

"Beni tanımamanıza şaşırmamalı. Sizi buraya getiren şey nedir? Tapınağı görmek için mi uğradınız?”

"Oh hayır. Şey, kocamın burada olduğunu duydum."

Utanarak gülümseyip cevap verdim ve adam bir süre sessizce bana baktı.

Gözlerini kırpış şekline bakarsak şaşırmış ve utanmış görünüyordu.

Neye bu kadar şaşırdığını anlamadan, bakışlarımı elimdeki sepete kaydırdım.

“……..Dur bir dakika,” tekrar güzelce gülümsedi ve direğin yanından öylece geçip gitti.

Yine etrafı gözlemlemek üzereydim ki...

"İz! Karın burada! İzek! Hey! Seni lanet orospu çocuğu! Beni görmezden mi geliyorsun?! Karın burada! Ah, kahretsin, bu adam neden beni duymuyor?!"

Bu sözlerin o güzel ağızdan çıktığına inanamadım.

Bu dünyadaki insanların neyi vardı?

Sütunun arkasına saklandım ve karşı duvardaki heykele dikkatlice baktım. St. Agnes’un kuzuyu tuttuğu heykeli görünce aniden tekrar kusacak gibi oldum. Bu tuhaftı. Bugün zaten kusmuştum.

"Burada ne işin var?"

Alçak ve soğuk tondaki sesi kulaklarıma işledi. Başımı kaldırdım ve gözlerim tekrar büyüdü. Izek bir kolunu direğe dayamış şekilde durup, bana o sert bakışıyla baktı.

Karmaşık gümüş saçlarından alnına ter damlıyordu. Cesare ile bakışma yarışı yapsa izlemeye değerdi.

"Ben, uh, bu sabah-"

"Ne?"

"Seni rahatsız ettiğimi düşündüğüm için çok endişeli hissettim..."

Sanki ne diyeceğimi bilmiyormuş gibi son sözlerimi mırıldanarak etrafa baktım. Farkında olmadan ağzının kenarlarına gözüm kaydı . Sonra güçsüzce olduğum yerde sendeledim.

"Yeter, ben iyiyim."

"Bir dakika bekle!"

Hemen çelimsiz elimi itti. Geriye doğru sendelediğimde piknik sepetine çarptım. Sepet bir gümbürtüyle yere düştü.

Ah, bu…

"Ah…"

Ellenia bunun çok değerli bir meyve olduğunu söylemişti.

Yere çömeldim ve düşen değerli meyveleri toplamaya başladım. Gitmesini bekliyordum ama Izek durup ne yaptığıma baktı.

Kırmızı mücevher gibi gözleri şaşkınlıkla parlıyordu.

"Ne yapıyorsun?"

Ne, değerli meyveleri topluyordum. Ah, gerçekten çok huysuz biri.

"B-ben üzgünüm. Senin için getirdim…”

"Senden bunu yapmanı kim istedi? Neden yere düşen bir şeyi tekrar alıyorsun?"

"…Üzgünüm."

Açıl baraj. Açıl gözyaşı nehri.

Kendimi yukarıya doğru kaldırırken çaresizce gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı.

Burnumu çektim, tekrar ve tekrar..

Bunu hayatta kalabilmek için yapıyordum. Şuanda En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü alabileceğime artık emindim. Bu geçmiş hayatımdan bir öğrenme içgüdüsüydü. Ağlamaya başladığım anda bulunduğum durum beni biraz daha sakinleştiriyordu.

Tabii ki, abimde olduğu gibi, geçmiş hayatımda bu yaptığım şeye inanmayanlar da vardı.

Nasıl bir adamdı?

"Seni endişelendirdiğim için üzgünüm. Ben sadece benim hakkımda yanlış düşünmeni istemedim. Bu yüzden kendimi açıklamaya çalışıyordum..."

Kuzey'in en iyi şövalyesi hala orada durmuş bana bakıyordu.

Ne kadar tutarlı bir adam. Sanki gözbebekleri dışarı fırlayacak gibiydi.

"Ne yanlış anlaşılmasında bahsediyorsun?"

"Ah, evliliğimizi bozmak için bir bahane bulmaya çalıştığımı düşünüyordun..."

“………”

"B-beni yanlış anlamakta ve benden nefret etmekte haklısın. Kim olsa aynı şeyi düşünürdü. Ama ben..."

"Senden nefret ettiğimi kim söyledi?"

Yutkunarak dudaklarımı kıpırdattım.

Başını eğerek bana yaklaşırken küçük bir tebessüm dudaklarının kıvrılmasına neden oldu.

O an tüylerim diken diken oldu.

Ağlayan insanlara acımak şöyle dursun, bundan nefret ediyor olmalıydı.

"Senden nefret ettiğimi birine söylediğimi hatırlamıyorum."

"Yani benden nefret etmiyor musun?"

"Hayır, senden nefret etmiyorum."

Şuna bak. Yalan söylediğine emindim.

"C-Ciddi misin?"

"Evet"

"Gerçekten mi?"

Elini sıkıca tuttum ve heyecanla gülümsedim.

Bir anlık sessizlik oldu. Bana bakan adamın gülümsemesi yavaşça soldu.

Izek uzun süre sessizce yüzüme baktı.

Bir an bana vuracağını sandım. Ama vurmadı.

Gözlerini kırpıştırdığı anda alev alev bakan gözleri aniden soldu ve tekrar o soğuk bakışını takındı.

“… Kahretsin, ne yapıyorum ben?”

Sesi anlamsızlıkla doluydu. Yoksa buna utanç duygusu mu demeliydim?

Sinirli bir şekilde vücudunu hareket ettirerek eliyle saçlarını karıştırdı. Hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu.

Ah ah.

İşte bu. Bunu yaparak kendimi riske atmıştım ama aldığım tepki karşısında çok şanslıydım.

"İyi misin?"

Benim ona yönelttiğim sorudan sonra ayağının yanına düşen meyveyi alıp bana baktı ve meyveyi elimdeki sepete doğru attı.

Aman tanrım, çok agresif.

"Bunlara ihtiyacım yok. Böyle gereksiz şeylerle uğraşma. "

"Ama…"

"Sana şimdiden söylüyorum ve düşündüğüm şeyler karşısında yanılmak istemiyorum. Bu palyaço oyunu hemen bitse dahi umurumda değil. Sadece benimle kimin uğraştığını görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Öyleyse neden bir mektup yazıp hemen evine dönmüyorsun seni Küçük Güney Prensesi?"

Onun bu yönünü daha önce hiç görmemiştim.

Kendimi daha ikna olmuş hissettim.

Saf ve masum biri olmadığımı biliyordum ama onun gibi bir adam için farklı ve zekiymiş gibi davranmak oldukça tehlikeliydi.

Bu onun ağlayan ya da acınası kişilikleri tercih eden biri olduğu anlamına gelmiyordu. Bu yüzden az önce gördüğüm şey benim için değerli bir ipucuydu.

Belki de kızmaya değer biri olmadığımı düşündüğü içindi.

Tartışsa veya psikolojik bir kavgaya girse bile çocukça davrandığını düşünebilirdi.

Yaptığım şeyin kurnazca olmadığı apaçıktı.

Bir dakika, benden sadece dört yaş büyük olan bu adam bana 'küçük' diye mi seslendi? Ne? Alt tarafı benden dört yaş büyük olduğu için mi?

"İstemiyorum."

"Neden? Yoksa oluğu kendi evin gibi mi görüyorsun?”

Burayı bir oluk olarak göreceğimi mi sandın? Bunu bana söylediğin için teşekkür ederim.

"Ben-ben sadece seni düşüyorum."

Bir an için sadece rüzgarın sesini duydum.

Kırmızı yüzümü gizlemek için başımı öne doğru eğdim. Oyunculuğumla övünebilirdim.

"Ne?"

"Bu cümleyi çok duyduğunu biliyorum. Benden hoşlanmanın imkansız olduğunu da. Ama beni bu şekilde kurtaran ilk kişi sendin. Elimden geldiğince eksikliklerimi gidermeye çalışacağım, bu yüzden senden hiçbir şey istemiyorum. Lütfen yardım etmeme izin ver. Benden nefret etmediğini söylemiştin."

Aha, gerçekten Fangirl gibiydim. Onun gibi adamlar için en önemsiz tip.

Bundan sonra bana böyle davranmaya devam edecekti. Benim için de hala umut vardı.

Bir yerden yuhlama duyar gibi oldum.

Bu çok heyecan verici anda birileri bizi izliyor gibiydi.

Sesi fon müziği gibi kullanarak yüzümü kaldırdım ve gülümsedim. Daha önce olduğun kadar parlamaya devam et. Anlaşılan Izek az önce söylediğim dizeleri duymamış gibi yapmaya karar vermişti.

Yoksa daha fazla kişi bu ana şahit olursa çok daha fazla utanacağını mı düşündü?

Tek kelime dahi etmeden arkasını dönecek kadar kalpsizdi.

Hareketsiz sırtına yavaşça dokundum.

"Asla baş belası olmayacağım. Yemin ederim."

Tabii ki geri cevap vermedi.

Sessizlik…


Yorumlar

Yorum Gönder