How to Get My Husband on My Side - 2. Bölüm (Türkçe Novel)
Her neyse, garip bir adam olduğu kesindi.
Cesare, beni takıntı haline getirip, bana
yapışmasına rağmen, siyasi planlarında beni bir piyon olarak kullanmakta en
ufak bir tereddüt göstermedi. Tek bildiğim, belki de beni sahip olduğu bir malı
olarak düşünüyordu.
Üç yıl önce, on beş yaşında Rudbeckia olacağım gerçeğine
yeni alışmışken, Rembrandt Dükü ile görücü usulüyle evlenmeyi reddetmekle hata
etmiştim.
Dükün daha sonra ailemin ölümünde kilit bir şahsiyet haline
geleceğini önceden bildiğim için, düğün planlanmadan hemen önce, aşağılayıcı
"bedensel uyumsuzluk" bahanesiyle evliliğimizi geçersiz kılınmasını
sağladım.
Bana iyi davranan yeni ailemi korumak için elimden gelen her
şeyi yapmak ve düşmanların onlara karşı komplo kurmalarını engellemek istedim.
Onunla evlenmek istemediğimi söylediğim anda, babamın her
zamanki sıcak ifadesi buz gibi bir kaş çatmaya dönüştü ve vücudum fazlasıyla
aşina olduğum bir şekilde korkuyla titretti. O gece odama kilitlendim ve acıdan
neredeyse bayılana kadar Cesare tarafından dövüldüm.
Bu olaylar birkaç kez tekrarlandıktan sonra eski hayatım ve
yeni hayatım arasında aslında hiçbir fark olmadığını anladım. Belki de bu,
Rudbeckia'nın aslında Papa'nın biyolojik kızı olmadığını bildiğim içindi.
Rudbeckia'nın biyolojik annesi, yani benim annem, doğum
yapar yapmaz, Papa ikinci resmi sevgilisi Carmen ile tanışmadan önce öldürüldü.
Çevremdeki çoğu insan zaten Papa'nın meşru çocuğu olmadığımdan şüpheleniyordu.
Hikayeyi kendim de okuduğum için şüphelerin doğru olduğunu biliyordum.
Benimle kan bağı olmayan insanlarla bir aile gibi görünmek
ve aileymiş gibi davranmak, önceki hayatımla aynıydı. Rudbeckia olduktan sonra
anoreksim de kendini tekrar gösterdi.
"Senin gideceğini bilmek beni de üzüyor. Böyle bir şey
son kez olacak, söz veriyorum.” dedi Cesare.
"Ama oranın tehlikeli bir yer olduğunu duydum..."
"Tehlikeli mi? Seçkin şövalyelerden oluşan bir lejyon
tarafından 24 saat korunacaksın, endişelenecek bir durumun yok. Ben de
elimden geldiğince seni ziyaret etmeye çalışacağım. O kadar da kötü olmayacak. Ayrıca
orada da hoşuna gidecek yerler olacaktır. Sadece altı aylık bir tatil olarak
düşün.”
"Altı ay? Gerçekten altı ay mı olacak?”
Ne kadar süreceğini zaten biliyordum ama yine de şaşırmış
gibi davrandım.
Güldü ve bir tutam saçımı parmağına dolayıp burnuna doğru
çekti.
"Evet, sadece altı ay kalmalısın. Ne olursa olsun sana o
bir şey yapmayacak, bu yüzden endişelenmene gerek yok."
Endişelendiğim şey bu değildi.
"Gerçekten beni sık sık ziyarete gelecek misin?"
"Evet."
Bunun olmaması için dua ettim.
Kocam olacak şövalyeyi beni öldürmemesi için ikna etmeye
çalışmak zaten yeterince zor olacaktı. Küçük kardeşini zehirlemeyi reddetsem
bile, bunu yapması için başka birini bulacaklardı ve sonunda suçlu yine ben
olacaktım.
Altı ay içinde kocamın küçük kız kardeşinin zehirlenmesini
engelleyip, işe, kocamı ve çevremdeki benden tutkuyla nefret eden diğer
insanları zararsız olduğuma, onların müttefiki olduğuma ikna ederek
başlamalıydım.
En azından önceki ailemle birlikte olmaya zorlandığımdan
farklı değildi.
*****
Izek van Omerta.
Babasının efsanevi dövüş sanatları tekniğinin halefi olarak,
ona on beş yaşında şövalye unvanı verildi ve on yedi yaşında, üç yılda bir
düzenlenen ünlü düello turnuvasında, krallığın en genç şampiyonu oldu.
Bir şövalye olarak gösterdiği kahramanlıklar sayesinde halk
arasında daha da ünlendi, ancak inatçı, dik başlı kişiliği nedeniyle
aldığı her evlilik teklifini babasını memnun etmeyecek şekilde reddetti.
Yakın olduğu tek kadınlar, küçük kız kardeşi Ellenia van
Omerta ve çocukluk arkadaşı Flaya van Brianna'ydı. Yanlış hatırlamıyorsam soğuk
kişiliğe sahip olmasının en büyük nedeni annesinin ölümüydü.
Bir zamanlar genç bir prenses olan annesi, düke tutkuyla
aşıktı. Omerta'nın düşesi olup doğum yaptıktan sonra, çocukları daha çok
çocukken kendini öldürdü. Annelerinin ölümü hem Izek'i hem de Ellenia'yı çok derinden
etkilemişti.
İnsanlar, intihar
eden bir ruhun ebedi lanete mahkum olduğuna inanıyorlardı. Bu nedenle
annelerinin intiharı tabu bir konu haline gelmişti.
Dürüst olmak gerekirse, romanı okumayalı o kadar uzun zaman
oldu ki hikayenin çoğu hafızamda belli belirsiz. Keşke daha fazlasını
hatırlayabilseydim…
Izek'in, Rudbeckia ile olan evliliğini itaatkar bir şekilde
kabul etmesinin nedeni babasının zorlamasıyla değil, Ellenia'nın Papa'nın ikinci
oğlu Enzo ile evleneceği içindi.
Vatikan, kuzey sınırlarındaki barbarlarla savaşmak için
mücadele veriyordu ve iç çatışmanın ek zorluğuyla birlikte, ciddi şekilde
takviyeye ihtiyaçları vardı.
Bu siyasi evliliklerin amacı, Britanya'nın seçkin
şövalyelerinin yardımını almaktı.
Akşam yemeğinde nikahın açıklanmasının ardından babam, düğün
hazırlarına yıldırım hızıyla başladı. Britanya'ya büyük bir çeyiz ve özenle
hazırlanmış çeşitli hediyeler gönderildi ve Britannia'dan bir temsilciyle
evliliğim resmileştikten sonra, babam hemen Britannia'ya gitmem için düzenlemeler
yapmaya başladı.
***
Üç yıl sonra yeni hayatıma alışacağımı düşünmüştüm ama
aynaya her baktığımda tanımadığım bu kadın karşısında hâlâ ürküyordum.
Saçları sarmal altın ipliklerden oluşan bir şelale gibiydi. Gözleri mavi göller gibi parlıyordu. Kıvrımlı dudakları ve yumuşak yanakları benim orijinal vücuduma en ufak bir şekilde benzemiyordu. İki bedenim arasında benzer olan tek şey uzun saçlarım ve küçük bedenimdi.
Çocukken çevremdeki diğer çocuklardan farklı görünüyordum.
Bazen eski bedenimi özlediğim zamanlar oluyor.
"Güzel kızım." dedi babam sıcak bir gülümsemeyle ve
beni kendine doğru çekip sarıldı.
On sekiz yaşındaydım ve bu dünyanın standartlarına göre bir
yetişkindim ama yine de birçok yönden çocuk gibi görülüyor ve muamele
görüyordum. Cesare'nin beni kucağına oturtması ve onun evcil hayvanmışım gibi
başımı okşaması gibi.
"Harika bir gelin olacaksın sevgilim. Kuzey seni
sevecek."
"Baba…"
"Ah, üzülmene gerek yok. Ağlama canım. Sonsuza kadar
ayrı kalmayacağız."
Eğer bir şey olursa, bunun birbirimizi son görüşümüz
olmasını diledim. Tabi ki ağladım sonuçta bu işimin bir parçasıydı.
Babam narin yüzüm gözyaşlarıyla kaplanırken kıkırdadı.
"Hepinizi özleyeceğim."
"Biz de seni çok özleyeceğiz canım. İmkanım olsa, kardeşini yolculukta sana eşlik etmesi için gönderirdim ama ne yazık ki şu anda
bu imkansız.”
İmkansız olduğu için ne kadar minnettardım. Kuzeyden gelen
ziyaretçilerin ailemizi akbabalar gibi izlediğini görmek yeterince
korkutucuydu. Babam, ben ve Cesare hakkında çıkaracakları dedikoduları
gerçekten umursamıyor muydu?
"Vay canına! Bu saçmalığı kabul edemem! Buna üzülen bir
tek ben miyim? Vaaah!"
"Enzo."
“Wuaaah… Buraya gel seni aptal!”
Toprağı tekmeleyen ve kendi kendine somurtan Enzo bana
sımsıkı sarıldı. Enzo'nun ateşli öfkesine ve neden olduğu tüm yaramazlıklara
rağmen, onun yanında kendimi hiç rahatsız hissetmedim. Bir bakıma, bu ailedeki
tek normal kişi oydu.
"Seni özleyeceğim."
"Ben de seni özleyeceğim aptal."
Homurdanmaya devam ederek bana öyle sıkı sarıldı ki zar zor nefes
alabiliyordum.
Enzo bana sarıldığında, bizi izleyen Cesare yaklaştı ve
aramıza girdi.
"Yeter Enzo, onu boğmak istemiyoruz."
Altı ay.
Bundan sonra ne olacağı belli değildi, ama emin olduğum tek
şey, Cesare ölürse hiç gözyaşı dökmeyeceğimdi.
Tüm Borgia ailesi katledilmiş olsa bile üzüleceğimden emin değilim.
"Ruby"
Cesare elinin tersiyle gözyaşıyla lekelenmiş yanaklarımı
okşayarak omurgamdan aşağı soğuk bir ürperti inmesine neden oldu. Gözlerinin beni
boğmaya çalışan iki engerek yılanı gibi bana baktığını hissedebiliyordum.
Korktuğum o engereklerdi. Cesare'ye itaat etmem için beni korkutan
onlardı. Birçok yönden bana önceki hayatımdaki en büyük erkek kardeşimi
hatırlatıyordu.
"Cesare, beni ziyarete gelmelisin, tamam mı?"
"Tabi ki tabi ki. Söz veriyorum. O zamana kadar uslu
dur, tamam mı?"
İnsanın hayatta kalma içgüdüsü bazen ne kadar komik… O anda kendimle ilgili düşündüğüm şey buydu.
Önceki hayatımdan daha sefil bir hayata reenkarne olmama
rağmen, hayatta kalabilmek için elimden gelenin en iyisini yapıyordum.
Eğlenceli değil mi?
***
Güney halkı aksini düşünse de, Kuzey'de aslında yağmur ve kar dışında da hava vardı. Yaz boyunca güneş pırıl pırıl parlıyordu ve hava güneydeki gibi aşırı sıcak ya da nemli değildi. Sorun şuydu ki, yaz, güneşi görebileceğiniz tek mevsimdi.
Her üç yılda bir ülkenin sınırları açılır ve komşu
ülkelerden askerler büyük bir düello turnuvasına katılmaya davet edilirdi.
Açık, güneşli bir yaz hafta sonu herkes, çocuk sesiyle inleyen alanda,
tozla kaplı adamların savaşını izlemek için toplandı.
Lord Ivan akranlarına hem acıma hem de küçümsemeyle baktı ve
sonra onlara önderlik eden adama yaklaştı.
"Seninle bir saniye konuşabilir miyim?"
Adam kılıcını yere düşürdü ve miğferini çıkarıp başını
eğdi.
Keskin çenesi ve uzun kirpikleri narindi, neredeyse melek
gibiydi. Kırmızı gözleri sıcak kanlı bakışlarıyla tam bir tezat oluşturuyordu.
Pırıl pırıl, terle kaplı yüzü, simsiyah toz kaplı zırhı, iki metre boyuyla cehennem çukurlarından yeni çıkmış bir iblis gibi
görünüyordu.
« Önceki Bölüm Sonraki Bölüm » ‹ ›
Şu Cesare'nin öldüğü günü iple çekiyorum inşallah acı çekerek ölürsün 🤬
YanıtlaSilkatılıyorum ateşi bol olsun
SilEmeğinize sağlıık
YanıtlaSilÇeviri için teşekkürler eline emeğine sağlık 🥰🥰🥰🥰🌹🌹🌹
YanıtlaSilÇeviri için teşekkürler ❤️
YanıtlaSil