Finding Camellia - 3. Bölüm (Türkçe Novel)



Güneş ışığınları, uzun ağaçların sık dallarından sızıp malikaneyi yıkıyordu. Uzun yağışlı sezon sona ermişti.

"Leydi Hazretlerinin eve bir çocuk getirdiğini duydum. Gördün mü?"

Hizmetçiler, birikmiş çamaşırları malikanenin doğu tarafında akan nehre taşıdılar. Çarşafları, masa örtülerini ve giysileri temizlerken ritmik sıçramalar havayı doldurdu.

"Gördüm ama kız mı erkek mi olduğunu anlamak zordu. Çocuğun saçları kısa ve erkek gibi giyiniyor ama fazla güzel görünüyor.”

"Gerçekten mi? Çocuğun markinin gayri meşru oğlu olduğunu duydum. Hanımefendi onu neden buraya getirsin ki? Anlamıyorum."

Suda düzgünce katlanmış çarşafları çiğneyen hizmetçi, dehşetini ifade etmek için dilini şaklattı ve "Bu aramızda kalsın, ama Lord Kieran'ın tedavisi olmayan bir hastalığı var. Diğer soylular bunu öğrenirlerse, Bale Hanesi'ni nasıl hor göreceklerini bir düşünün. Bütün bunları bir mesaj göndermek için yapıyor. Lord Kieran'ın başına bir trajedi gelirse, Bale Hanesi başka bir sağlıklı varisin elinde güçlü kalacaktır."

Diğer hizmetçiler, konuya olan ilgilerini çabucak kaybetmeden ve işlerine dönmeden önce makul iddiaya başlarını sallayıp mırıldandılar.

Sonra, Betty'nin uzakta Lia ile birlikte yürüdüğünü fark ettiklerinde, tüm kafalar onlara döndü. Dedikodusu yapılan çocuğu merak ettiler. Gerçekten erkek miydi? Gerçekten markinin çocuğu muydu?"

"Ah, Tanrım."

"O gerçekten erkek mi?"

"Aman tanrım. Lord Kieran'a benziyor. "

Çocuğu görünce farkında olmadan bağırdılar. Güzel bal sarısı saçlar, zümrüt yeşili gözlerle, Marki'nin kanının damarlarında aktığı uzaktan bile belliydi.

Lia yürürken dümdüz ileriye baktı. Kieran'ın zevkine göre dekore edilmiş gül bahçesinin yanından geçip, dairelerine doğru yürürken bakışları bir kez bile etrafta dolaşmadı. Hizmetçiler, ev işlerine çabucak devam etmeden önce çocuğun sabırlı tavrına kıkırdadılar. Çocuğun kimliğini tartışmak anlamsız hale gelince, tartışacak farklı bir konu için beyinlerini yokladılar.

*****

Lia odasından çıkmadan on gün geçirdi. Betty'nin getirdiği yemeği yedi ve sırtı ağrıyana kadar uyudu. Bu süre zarfında tanıştığı tek yabancı, Markiz'in kişisel saç stilistiydi. Yumuşak, kıvrak sesiyle onunla konuşurken, Lia'nın dağınık saçlarını düzeltmek için oturdu.

Elbette kaçmayı denemişti, ama malikanenin dışındaki sonsuz uzunluktaki kızılçamlı yolu görünce, devam etme isteğini kaybetti. Denemenin bile aptalca olacağını biliyordu.

Hanımefendi, uslu durursam anneme dönmeme gerçekten izin verecek mi?

"Hala gelmedik mi, hanımefendi?"

Betty, Lia'nın sorusunu duyunca gururla gülümsedi ve önlerindeki abartılı fıskiyenin ötesindeki bir yeri işaret etti.

"Neredeyse geldik. Derslerin Lord Kieran'ın dairelerinde verilecek, o yüzden oraya giden yolu ezberlemelisin."

“Burası çok…”

Büyük. Lia cümlesini bitirmeden kendini durdurdu ve hareketlilikle dolu malikaneye baktı.

"Eminim Theodore Efendi'yi seveceksiniz, Lord'um," dedi Betty, sesi mutlulukla doluydu. "Lord Kieran'a Akademi'de ders veriyordu ama geçen yıl sağlık nedenleriyle bıraktı."

Lia'ya yeni bir isim verildiğinden beri Betty, Lia'ya daha resmi bir ses tonuyla hitap etmeye başlamıştı. Lia ondan durmasını istemişti ama oldukça inatçı olabilen Betty, Lia'nın isteğini görmezden gelmişti.

"Ama ben okumayı, hatta saymayı bilmiyorum hanımefendi."

"Lord'um! Bana 'hanımefendi' değil, 'Betty' diye hitap etmelisiniz."

Lia hala gayri resmi konuşmayı oldukça zor buluyordu ve konuşurken dudaklarını ısırdı.

"Afedersiniz, hanımefendi..."

"Lord'um, artık Marki Gilliard Bale'in oğlu Camellius Bale'siniz. Kendinizi bir asil olarak kabul etmeyi öğrenmelisiniz.”

"Ama hala birçok şeyi zor buluyorum."

Lia, Betty ile birlikte yürürken başını eğdi. Sadece kışın bahşedilen bir lüks olan ferahlatıcı havanın yanaklarına değdiğini hissetti. Louver'ın sefil kokularıyla kıyaslanamazdı.

Betty masmavi gökyüzüne baktı. “Marki yakında dönecek. Kuzeydeki işinin iyi bittiğini duydum. Eminim sizi gördüğünde çok sevinecektir."

Mutlu görünüyordu ama Lia aynı şekilde hissetmiyordu. Marki malikânesinin gurur kaynağı olan büyük taş çeşme ve melek heykelli gül bahçesi onu korkutmuştu. Markizin değerli lavanta tarlasını geçtiler ve Kieran'ın dairesine vardılar.

Bang!

Bir silah sesi bahçede yankılandı ve bir kuş sürüsü uçuşa geçti. Olduğu yerde donan Lia, bir çığlık bile atamadı. Çok geçmeden bir silah sesi daha duydu. Lia sert boynunu çevirdi ve gözleri büyüdü. Orada, kendisi gibi kulaklarını kapatan Kieran ve onunla aynı yaşta görünen bir çocuk duruyordu. Siyah saçlarının altından görünen kristal mavisi gözleri onu büyüledi. Genç yaşına rağmen olgun bir havası vardı. Lia bakmadan edemedi.

Çocuk silahı ateşledi. Kieran'dan biraz daha uzundu ve keskin hatları Kieran'ın yumuşaklığıyla tezat oluşturuyordu. Yakışıklıydı ama ürkütücüydü.

Yeni gelen sırıttı ve tüfeğini hizmetçilere verdi. Kollarını sıvarken Lia'ya bakmak için döndü.

"Lius!" Kieran ona mutlu bir şekilde seslendi.

Şaşıran Lia, Betty gibi başını Kieran'a doğru eğdi. Daha tepki veremeden, Kieran onu kendine çekip sarıldı.

"Sonunda odandan çıktın, Lius. Senin için çok endişelendim!"

"Ah, şey..."

Lia, kendini Lia olarak mı yoksa Lius olarak mı tanıtması gerektiğinden emin değildi.

"Claude. Bu sana bahsettiğim küçük kardeşim, Camellius Bale."

Kieran onun yerine cevabı seçti ve Lia endişelendiği için kendini aptal gibi hissetti. Camellius Bale. Kieran'ın kollarından kaçmak için eğilirken, Claude ona doğru bir adım attı. Ağırbaşlı bir yürüyüşü vardı ve ayak sesleri hafifti ama ciddi bir şekilde yankılandı. Mavi gözleri deliciydi.

Lia'ya siyah kanatlı bir melek gibi göründü.

"İkiniz birbirinize benziyorsunuz."

Claude sakince eldivenlerini çıkardı ve görevlinin getirdiği içeceği içti. Sonra başka bir silah aldı, öncekinden daha gösterişli bir tasarıma sahip bir tabancaydı. Arkasını döndü ve Lia ile Kieran'a kulaklarını kapatmalarını işaret etti.

"Kulaklarınız."

Lia, kulaklarını kapatıp transa girmiş gibi sürekli ona baktı.

Belki de bakışlarını hissettiğinden, çocuğun dudakları hafif bir sırıtışla kıvrılırken bir gözünü kapadı, ağaca nişan aldı ve tetiği çekti.

Bang!

Barutun keskin kokusu, lavantanın ince kokusuna baskın çıktı. İnce duman şeridinin arkasından zarif profilini görebiliyordu. Lia buranın güzel, sevimli ama tehlikeli şeylerle dolu bir yer olduğunu düşündü.

*****

"Kardeşinizin aniden ortaya çıkması sizi rahatsız etmedi sanırım."

Av için bir silah seçen Kieran, bu soruya şaşırarak sırtını dikleştirdi ve arkasını döndü.

Claude Ihar. Kuzey'in hükümdarları olan Ihar Hanesi'nin genç efendisiydi ve annesi Jasmine Ihar, imparatorun küçük kız kardeşiydi.

Kuzeye özgü siyah saçları ve kraliyet soyundan miras kalan mavi gözleri ile yüz hatları keskindi. Genç yaşına rağmen, sosyetedeki pek çok hanımın gözdesiydi.

Kuzeyin güzel hükümdarı.

"Nasıl?"

"Kesinlikle aynı kumaştan kesilmişsiniz."

Kieran, Claude'un düz yüzüne baktı. Buzullar kadar soğuk gözleri büyüleyiciydi. Zahmetsiz bir saygınlık havası vardı ve konuşma şekli kibirli olarak görülebilirdi. Ancak bunların hepsi, Cayen aristokratlarının, en asil aile olarak gördüğü Ihar Hanesi'nin büyük gücü sayesindeydi.

"Kardeşimden neden rahatsız olayım ki, Claude?"

Claude, gizemli bir gülümsemeyle cevap verirken Kieran'ın gözlerine baktı. Alnında hafif bir kırışıklık oluştu.

"Çünkü o, aldatmanın kanıtı."

Sesi alçak ve zarifti, ama keskindi. Kieran, Ihar Hanedanı'nın sembolü olan kartalla oyulmuş tabancaya dokundu ve gülümsedi.

"Aldatma bir bedel ister Lord'um. Kardeşim Lius, bunun bedelini ödemek için şimdiden çok şey feda etti.”

Kieran kasıtlı olarak onunla resmi bir şekilde konuşmuştu. Çocuğun yaşının ötesinde olan akıllıca cevap, Claude'un ilgisini çekti.

"Bazen hayatı dolu dolu yaşamış yaşlı bir adam gibi konuşuyorsun Kieran."

"Yaşlı bir adam?" Kieran kıkırdayarak, "Claude, kesinlikle alay ediyorsun," dedi.

Claude sessizce Kieran'ı değerlendirdi. Genel olarak babası Marki Gilliard Bale'e benziyordu, dudakları ise soğuk markizinkine benziyordu. Her şeyi görmüş gibi davranırdı ama Kieran Bale gerçekte nasıl hissettiğini nadiren ortaya koyardı.

Claude'un sadece geçerken bir anlığına gördüğü Camellius farklıydı. Bal sarısı saçları ve yeşil gözleri dışında, Kieran'ın küçük kardeşi onun gibi değildi.

Claude, Camellius Bale'in bir sahtekar olduğunu biliyordu. Marki'nin sözde oğlu olarak, babasının eşsiz gizemli aurasına hiç sahip değildi. Ama Claude, Camellius'a aldırış etmemeye karar verdi ve daha az erkeksi görünümünün nedeninin genç yaşı olduğuna kendini ikna etti.

Öte yandan, bu dilenci çocuk, Markiye olan benzerliği olmasaydı, kesinlikle uzun zaman önce açlıktan ölecekti.

Markizin planı artık onun için açıktı.

Bir sahtekar için çok çaba harcadınız Leydi Bale.

Elinde bir içecekle lavanta bahçesine bakan pencereye yöneldi. Sahtekar, bir adamla karşı karşıya duruyordu. Lius ellerini birleştirip hürmetkar bir şekilde durdu ve davranışlarından dolayı telaşlanan adam derin bir şekilde eğildi. Komedi sahnesi izlemek gibiydi.

Saçları kulaklarını kapatan çocuk, bakışları Claude'a sabitlenmeden önce, yuvarlak yeşil gözleriyle utanç içinde etrafına bakındı.

Claude, içeceğinden bir yudum alırken Lius'un tuhaf yüzüne baktı. Bitkilerin acı tatlı tadı ağzını doldurdu.

Yorumlar

  1. Paylaşım için teşekkürleer

    YanıtlaSil
  2. Claude seni de göreceğiz koçum

    YanıtlaSil
  3. Yok ya yok sizin gibi çeviri yapan blog sayfası bulamıyorum tüm cevirilerinizin sıkı takipçisiyim
    Bu arada önerisi olan varsa ( blog sayfası) yazarsa çok sevinirim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder