This Marriage Is Bound To Sink Anyway 124. Bölüm (Türkçe Novel)


 9. Bölüm – Kıvılcım Her Yerde


“Olmaz, Senora.”

“Mario.”

“...Olmaz...”

Mario, sesi iyice kısılmış, neredeyse yere gömülür gibi konuşurken gözlerini yerden ayırmıyordu. Ines, alnını ovuşturup mırıldandı.

Arabacı ve evin hanımı... ahırda karşı karşıya duruyorlardı.

“Yani, Senor birkaç günlüğüne arabaya bile binmeme izin vermemenizi söyledi.”

“...Evet...”

“Konuşmamanı da söyledi mi?”  

“Evet. Hasta olduğunuz için dinlenmeniz gerektiğini söyledi.”

Dün gece biraz ateşim yükseldi diye nasıl yine böyle olabilir?

“Sence ben şu anda hasta mı görünüyorum?”

“...Bir nebze, evet?”

“İşte bu, önyargı dediğimiz şeydir, Mario. İnsan, yalan da olsa, bildiği kadarını görür. Sen, Carsel’den önceden bir şeyler duydun ve şimdi duyduğuna uydurmaya çalışıyorsun.”

“Olabilir... Ama yine de olmaz, Senora.”

Hafif bir soğuk algınlığı kapacak gibi olmuş ama başlamadan silinip gitmişti. Zorla her gün tıka basa yedirilip erkenden yatırılıyordu; doğrusu, son zamanlarda kendini hiç olmadığı kadar dinç hissediyordu. Bu yüzden soğuk algınlığı da hemen kaçıp gitmişti herhalde.

Ama sırf “hasta” sayıldığı için yine ayağının bağlanması... akıl alır gibi değildi.

Üstelik yüzüne karşı 'Dışarı çıkma, evde kal, dinlen...' gibi tek kelime etmeyip, arkadan böyle işler çeviriyordu.

‘Öğleden sonra Coronado Ailesi’nin okuma toplantısına gideceğim. Akşamdan önce dönecek gibiyim ama, dönemezsem... olur da sen benden önce konuta gelirsen beni bekleme, yemeğini ye.’ 

‘Dur bakayım... ateşin neredeyse tamamen düşmüş.’

'Hıhı.'

'Tamam. Güle güle git, iyi vakit geçir.'

Ona öyle gülümseyerek veda edişinin üzerinden henüz birkaç saat bile geçmemişti.

'Biraz zaman geçince vazgeçer... Kendi haline bırakayım, nasılsa sıkılır.' diye düşünmüştü ama Carsel’in aşırı korumacılığı, artık günden güne abartı sınırlarını aşıyordu. Sonunda işi, kendi arabacısını rüşvetle satın almaya kadar vardırmıştı.

Ne tepki vereceğini iyi bildiği için yüzüne karşı tek kelime etmiyor ama o rüşveti de sanki özellikle onun gözüne sokar gibi veriyor, ardından da rahatça karargaha gidiyordu... Akşama onun yüzüne nasıl bakmayı planladığını gerçekten merak ediyordu. Aslında hak ettiği bir dayaktı bu. Gerçi dayak acıtacak mı, o bile şüpheliydi. Ne de olsa bu, ilk kez başına gelen bir şey değildi; canının yanacağını bilse böyle davranamayacağı açıktı.

Böylesine dolaylı oyunlar yerine, “erkek otoritesi” dedikleri şeye sığınıp açıkça sokağa çıkmasını yasaklasa daha iyiydi. O zaman, anında o sözümona “otoriteyi” yüzüne tokat gibi çakabilirdi.

“Ne kadar aldın?”

“Efendim?”

“Senor sana ne kadar verdi?”

“...Ben... ben Yüzbaşı’ndan para aldığımı söylemiş miydim?”

“Çok belli değil mi?”

“Evet... doğru. Aldım. Utanç verici ama... sevgilime hediye almak istiyordum.”

“Öyleyse daha güzel bir hediye alırsın artık.”

“Hayır, zaten güzel bir hediye aldım. O yüzden bu kadarı yeter.”

Ne zaman aldı peki?

“Artık iş bu noktaya geldiğine göre, açık açık söyleyeceğim, Senora... Parayı aldım bir kere, artık yapacak bir şeyim yok.”

“İş bu noktaya geldiğine göre...” diye başlayınca Ines, büyük bir itiraf duyacağını sandı ama parayı kabul etmekten kendini alamayan bir dolandırıcının masum itirafı olduğu ortaya çıktı. Ines iç çekmesini bastırdı ve konuşmaya devam etti.

“Tam olarak ne kadar verdi?”

“...On tarza.”

Sırf on tarza için hareket özgürlüğünün elinden alınması, inanılır gibi değildi.

“Ben daha fazlasını veririm.”

“Efendim?”

“Evet, daha fazla. Sorun değil.”

“Yani... şey...”

“Ne? Yüz tarza veririm sana.”

“Nasıl olur da öyle yüklü bir parayı!..”

Birkaç haftalık maaşına denk gelse de, elbette azımsanmayacak bir miktardı. Yine de hayatında görmediği bir servet de değildi. Fakat Mario, sanki daha önce adını bile duymadığı bir rakam karşısında kalakalmış gibi gözlerini kocamana açtı. Ines, noktayı koyarcasına tatlı bir gülümseme takındı.

“Ne dersin, Mario?”

“...”

“Bundan sonra Raul Balan’ı kendi cüzdanın gibi gör. O küstah herifin, sen para istedikçe çaresizce uzatacağı o keseyi bir hayal et.”

“...Yani şey... bu anlaşma tek taraftan para almak üzerineydi...”

İnsanı çileden çıkaracak türdendi.

“Ne fark eder ki? Sen söylemezsen kimse bilmez.”

“Eğer sizi dışarı çıkarırsam, sonuçta çıkmış olduğunuz anlaşılmayacak mı?..”

“...O zaman da, para almadım dersin.”

“Bu emre karşı gelmek olur...”

“On kuruşluk sadakati niye bu kadar gözetiyorsun ki? Sana on katını veriyorum. Şu ucuz ‘Senor’ emrini çöpe at gitsin.”

“Yine de önce Yüzbaşı'ndan parayı aldım ve söz verdim...”

Rüşvet yemiş olmasına rağmen ne kadar da dik başlıydı. Ines, sinirini belli etmemeye çalışarak içeri döndü.

Carsel, onun da kendi adamını satın almaya kalkacağını elbette tahmin etmiştir ama umurunda olmamış olmalıydı. Mario’nun bu inatçı ve saf karakterini iyi bildiğinden... Üstelik harcamada eli sıkı bile olmayan Carsel, bu komik miktarı bilerek vermişti. Adeta ona, eğer yapabilirse denemesini söylüyor gibiydi.

Ve sonra Ines bir şeyler diyecek olsa; Mario’nun da onu asla yüzüstü bırakmayacağını bildiğinden, serbest rekabet filan diye geçiştirip “Senin de tonla paran var, parayla çözersin işte” gibi bir bahane sıralayacaktı.

Burası sakinleri tek tek iyi kalpli insanlarla dolu bir yerdi ama bazen bu kadar iyiliğe karşı sinirlenesi geliyordu.

“Ines Hanım, ne zaman dışarı çıktınız?”

Arondra, koridorun içlerinden geçerken, daha yeni girişte gördüğü Ines’in yanına koşarak geldi.

“Dışarı falan çıkmadım... Sadece ahırlara gittim.”

“Ahıra mı? Şimdi bakıyorum da tam dışarı çıkacakmışsınız gibi giyinmişsiniz... Ama neden sürekli sessizce çıkıyorsunuz ki? Sizi uğurlayamıyoruz bile.”

“Kara uğurladı.”

“O da, ‘Hanım dışarı çıktı’ demedi, peki siz neden geri döndünüz?”

“Ne atı ne arabayı kullanabiliyorum.”

“Efendim?”

Arondra'nın uzattığı eline eldivenlerini koyduktan sonra salona girip oturdu.

"Ne demek 'arabayı kullanamıyorum'? Yüzbaşı, artık sadece bir at kullanıyor, değil mi? Leydi Ines arabayı sık sık kullanıyorsunuz. Arabanız yok mu? Arabayı karargahta mı bıraktınız? Yoksa binip mi geldiniz?”

Zaten baştan beri Carsel Escalante’in arabasıydı ama sahibinin bindiğini söylese sanki hırsızlık yapmış gibi bakacaklardı.

“Hayır. Araba düzgün bir şekilde konağın önünde duruyor.”

“Peki ama neden... Bir bakayım, bu Mario denen herif...”

Soruları biter bitmez Arondra’nın yüzü karardı; hangi varsayımı yaptığını hemen belli oluyordu. Aceleci bir yapıya sahipti.

"Carsel, Mario'ya rüşvet verdi."

“Efendim?”

“Sabah bana güle güle git deyip yüzüme gülüp, sonra da böyle bir şey yaptı.”

“Yani Yüzbaşı, Mario’ya mı...”

“Beni arabaya bindirmemesini ve herhangi bir at vermemesini söylemiş.”

“...Ama bunun nedeni neydi ki?”

“Aynı ifadeyle sonra Carsel’e sorarsın.”

“Böylesine mantıksız bir şeyi yapacaksa mutlaka bir sebebi olmalı. Aniden bir tür garip vahiy almadığı sürece...”

“Dün gece biraz ateşim çıktı.”

“Ateş mi!”

Olamaz! Kanepenin hemen yanında duran Arondra, eldivenlerini kanepenin üzerine attı ve Ines'in alnına dokunarak elini tuttu... Ortalık bir anda karıştı.

Ines, Arondra’nın kuvvetiyle sağa sola sallanırken yanlış bir şey söylediğini anladı. Farkına varmak için hep geç kalıyordu.

“...Şimdi, şimdi değil Arondra.”

“Ateşiniz çıkmamalı... Hava da henüz soğuk değil ki...”

“Bir dakika, önce bunu bırak da konuş bakalım.”

“Ama neden böyle oldu ki... Ah evet. Dün gece Yüzbaşı’yla içeri girerken giysinizin çok ince olduğunu fak etmiştim. Kesinlikle soğuk rüzgâra maruz kalmışsınız.”

“Carsel zorla kendi ceketini bana giydirdiği için bütün gece komik bir halde dolaştım... Üşüyecek zamanım bile olmadı.”

“O zaman hemen terziyi çağırın ve kışlık giysilerden bir otuz tane diktirin.”

Bölgeler arasında bazı farklılıklar olsa da, Ortega genelde dört mevsim ılımandı. Calstera’nın dört mevsimini anlatmaya gerek bile yok; sabah akşam daha serin rüzgar eser ama yine de ılık sayılırdı.

Carsel’in aşırı titizliği tüm evde bir yangın gibi yayılmıştı. Bazen insanlarla göz göze gelmek bile güçtü.

“Yüzbaşı’ya bir de tavşan avlamasını söyleyin. Duymuşsunuzdur, Di Valuoa tarafında bu hayvanların kürklerinden şapka ve atkı yapıyorlarmış, değil mi?”

“İğren....”

“Soğuksa yapacak bir şey yok.”

“Burası hiç de soğuk değil, Arondra.”

"Soğuk değilse nasıl ateşiniz olabilir ki? Değil mi?"

Arondra, Ines'in alnını okşayarak saçlarını düzeltti ve üzgün bir şekilde mırıldandı. Nedense çocukluğundaki dadısı aklına geldi. Ateşli hastalık yüzünden günlerce baygın yattığında bile gözlerini açtığında ona hep gülümseyen kadın, Ines'in bildiği anne tanımına en yakın kişiydi.

Ines, Carsel’e karşı duyduğu sitemi bir anlığına unutarak yavaşça hafif bir gülümseme takındı.

“Biraz başım ağrıdı sadece. Hemen geçti, merak etme.”

“İşte bu yüzden Yüzbaşı öyle davranmış! Boşuna değil yani... Bugün sakince evde kalın.”

“Arondra, gerçekten ben...”

“İyi olduğunuzu biliyorum. Yine de bir günlüğüne sabredin. Yüzbaşı’nın hatırı için.”

Tek bir lokma kekten sonra iki gün boyunca aç kalan, baş dönmesiyle kendine eziyet eden narin Veliaht Prenses bile böyle bir ilgi ve alaka görmemişti.

Artık Carsel dahil, konakta yaşayan herkes biraz böyle olmuştu. Dikkatini dağıtacak bir an bile yoktu; Ines’in her hareketini gözetliyor, ara sıra hapşırdığı anlarda bile ciddi bir hastalık kapıp kapmadığını merak ediyorlardı.

Demek ki, o an düşüşü gerçekten kötü bir görünüm sergilemiş olmalıydı. Perez Malikanesi’nde sadece odasına kapanıp rastgele insanlarla karşılaşması yetiyordu ama burada, konakta, alt kademe hizmetliler bile yaşam alanına adeta doluşuyordu. Üstelik sert ve kurallara bağlı Perez halkının aksine, buradakiler sanki serbest bırakılmış inekler gibiydi; rahat, hesapsız ve saf. Bu yüzden endişeleri de çoğu zaman tamamen düşüncesiz ve içgüdüsel oluyordu.

Böylesine kontrol edilemeyen içtenliğin ortasında yaşamış mıydı daha önce?

“...Bir güne katlanmak zor değil. Ama, bundan sonra her seferinde böyle olursa işler zorlaşır.”

“Biliyorum, ne kadar bunaldığınızı biliyorum. Artık tamamen iyileştiniz de.”

“İşte, demek istediğim bu.”

“Yani, Yüzbaşı da yakında kendine gelmez mi?”

"?..."

Yani şu anda aklı başında değil mi demek istiyorsun? Arondra sıcak bir gülümsemeyle Ines'in gözlerine baktı.

“O zaman çok şaşırmıştı. O kadar iri yarı olmasına rağmen, neyse...”

“...”

"Böyle söylüyorum ama, onun da neredeyse kalbi yerinden çıkacakmış gibiydi. Yüzbaşı o yüzden hala rahat değil. O anki halinizi sizin de görmeniz gerekiyordu."

Bulanık hafızasında kalan görüntüler hafızasında giderek daha netleşiyordu. Ines, Carsel’in o zamakş yüzünü hatırlıyordu.

Belki de bu yüzden kalbi giderek daha da sabırsızlanıyordu.

“…Gerçekten çok düşünüyorsunuz.”

Özne ve nesnesi olmayan bir cümleydi, ama kimin kimi düşündüğü açıktı.

Ines, artık alışkanlık hâline gelmiş, suçlulukla dolu bir iç çekişini yutarken Arondra bunun ne anlama geldiğini düşündü ve konuştu.

“Gitmenize gerek yok.”

“Ne?”

“İnsanları buraya çağırın. Çağırmanız yeter.”

Bu her zaman mümkün olan bir şeydi. Yeni farkına varmış gibi gözlerini kırpıştırınca, Arondra'nın yüzünde genç bir kız gibi masum bir gülümseme belirdi. 

“Yüzbaşı, sizi böyle her rahatsız ettiğinde...”

Doğru ya... Neden bu zamana kadar bu fırsatı değerlendirmemişti?

Arondra’nın söz ettiği, onun sadece saf bir sosyalleşme amacıyla düzenlediği bugünkü küçük toplantıydı; ama Ines, zihninde olumlu bir gelecek tasvirini hızla çizdi. Evet. Artık çok doğal bir şekilde eve kadınların aralıksız gelip gitmesine izin verebilirdi. 

“Carsel de zaten her dışarı çıkışımda can sıkıcı oluyordu.”

“Harika! Hemen Raul’a davet mektubunu yazdırayım mı?”

Çalışanlara karşı üzgün olmasına rağmen, artık kendisi hareket etmek zorunda değildi.

Yorumlar

Yorum Gönder